halukgta Oluşturma zamanı: Ocak 16, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Ocak 16, 2013 İslam ı yaşarken yaptığımız en büyük yanlış, Allah ın rehberinden zerre kadar haberdar olmayıp, onunla aramıza veliler ve onların kitaplarını koymamızdan kaynaklanmaktadır. Elbette Allah ın rehberi anlaşılmaz ilan edilip, edindiğimiz velilerin kitapları ardı sıra gidersek, aşağıdaki hatayı da yapmamız kaçınılmaz olacaktır. Konumuza geçmeden önce, peygamberimizin bir sözünü hatırlatmak isterim. (Her kim ki, ben söylemediğim halde, bu sözü peygamber söyledi dese, BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN.) Yazdığım yazılara cevap veren bazı din kardeşlerimizin, bana verdikleri cevaplardan, İslam ı nasılda Kur’an ın sınırlarını aşarak yaşadıklarını, daha açık görüyor ve yapılan yanlışlar karşısında, kendi inancımı sorguladığımda, Rabbim e şükrediyorum. Elbette bende hata yapıyorumdur, ama ben en azından elimde rehber Kur’an, iman ve inanç sınırlarımı Kur’an çizgisinden çıkmaması için, çaba harcıyorum. Rabbim bilmeden yaptığım hatalarımı affetsin ve doğruyu görmemi sağlasın inşallah. Bir arkadaşımız yazıma verdiği cevapta, peygamberimize ait olduğunu iddia ederek, bir hadis örneği vermiş ve beni uyarmış. Gelin bu sözlerin peygamberimize ait olup olamayacağını birlikte, Kur’an ışığında anlamaya çalışalım. Peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin cezasını, asla unutmamalıyız. Bakın bu arkadaşımız nasıl bir örnek vermiş. Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) “Kur’an bize yeter” diyenler hakkında asırlar öncesinden ne buyuruyor: “Şunu kat-i olarak biliniz ki; Bana Kur’an ile birlikte, onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin ‘Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (Ebu Davud, Sünnet: 6, Tirmizî, İlim: 10, İbni Mâce, Mukaddime: 2, Dârimî, I, 117) Peygamberimiz bu sözleri söylemiş olabilir mi? Bu sözleri ilk okuduğumda, dine nifak sokanların, kendi uydurmalarına hazırladıkları güzel bir kılıf olduğunu söyleyebilirim. Peygamberimize Kur’an ile birlikte, onun benzeri Allah ın vermediği hükümleri de verme yetkisi verilmiştir, demiş olabilir mi? Önce bu sözler üzerinde düşünelim. Çünkü emin olmadığımız sözlere inanırsak, peygamberimize iftira atmış olacağımızı, lütfen unutmayalım. Hangimiz peygamberimize iftira atmak ister? Allah Kur’an dışından da, bizleri bağlayan, sorumlu olduğumuz bilgileri peygamberimize vermiş olsaydı, ya da peygamberimiz kendi yetkisiyle dine hüküm koyabilseydi ve bizlerde bunlardan sorumlu olsaydık, aşağıda ki ayeti bizlere tebliğ eder miydi Rabbimiz? Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz. Allah çok açık bir hüküm vermiş ve demiş ki, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, yani Kur’an dan sorumlusunuz. Lütfen dikkatle düşünelim. Bunu söyleyen bizlerin Yaratıcısı Allah. Bu sözlerden sonra, Kur’an da hükmü olmayan bir bilgiden, bizleri sorumlu tutar mı? Aslında başka örneklere gerek yok, ama gönüller düşünmeden başka yöne meyledince, ne yazık ki yeterli gelmiyor. Kur’an ın onay vermediği rivayetlere inanırsak, dinde çelişki yaratmış olacağımızın da farkında olmalıyız. Araştırmaya devam edelim. Yaradan bizleri nereye yönlendiriyor, sizce bu ayetleri tebliğ alan Allah elçisi, yukarıdaki sözü söyler mi? Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. İbrahim Sur.52.: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Enam Suresi 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Maide Suresi 45. ayet; …. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir. Bakın Allah ayetlerinde bizleri nasıl uyarıyor ve nereye yönlendiriyor. Yemin ederek, bizlerin bütün şanı, şerefi, kurtuluş reçetesi KUR’AN da olduğunu sizce daha nasıl açık söylesin. Kur’an ın kalp gözlerimizi açacağını, bizlere rehber olacağını söylüyor. Uyarılacağımız, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacağı kitabın, yalnız Kur’an olduğu açıklamasını yapıyor. Hani en az Kur’an kadar peygamberimizde dine hüküm koymuştu? Allah bahsediyor mu bunlardan? Bahsetmiyor da, bizleri yalnız Kur’an a yönlendiriyorsa, nasıl olurda bunun tersini söyleriz? Ya da kelimeleri cımbızlayıp, onlara anlamlar yükleyerek iman ederiz? Düşünen, aklını kullanan yok mu? Allah yalnız, Rabbinizden size vah yedilene uyun diye ikazda bulunuyor. Allah elçisine söyle onlara, ben yalnız Allah dan vahyedilene uyarım diyerek, bizleri tekrar uyarıyor. Allah tan indirilene uymamızı, sakın velilerin sözlerine kanmamamız içinde uyarıda bulunuyor. Allah ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendisidir diyerek, bunlarda Allah katındandır diyerek, Kur’an dışından hükümlerle topluma hükmedenlerin, zalim oldukları hükmünü veriyor. Tüm bu ayetlerden sizler, bizlerin Kur’an dışından da Allah ın koymadığı hükümleri, peygamberimiz koymuştur diye mi anladınız. Yoksa sakın Kur’an ın dışına çıkmayın, Kur’an ın sınırlarını aşmayın, çünkü Allah ın elçisi de, yalnız Kur’an a uymuştur diye uyarıldığımızı mı anladınız? Peygamberimizin döneminde, Kur’an a iman etmek isteyen, ama atalarının hurafe itikatlarından da vazgeçmeyenlere, Rabbin gönderdiği ayetler çok düşündürücüdür. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Araf 185: Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar? Cahiliye dönemindeki aynı hata, ne yazık ki günümüzde de devam ediyor. Kur’an ın hükümleri yeterli görülmüyor. Allah size Kur’an yetmiyor mu diyerek uyardığı halde, sanki Rahmanla inatlaşırcasına, Kur’an bizlere yetmez denebiliyor. Ayrıca Kur’an dışından neredeyse, Kur’an kadar hatta daha fazla hükümleri de, dine peygamberimizin koyduğuna inanılıyor. Düşünebiliyor musunuz, verdiğim örnekte, Kur’an bize yeter diyenler adeta küçümsenerek, günahkâr ilan ediliyor. Hâlbuki peygamberimizin de yalnız Kur’an a iman ettiğini anlatan, o kadar çok ayet var ki. Allah Kehf 26. ayetinde açıkça hükmünü bakın nasıl veriyor. (Allah Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.) Tüm bu ayetleri görmezden gelerek, nasıl bir yolun yolcusu olduğumuzu, eğer anlayamıyorsak hala, söyleyecek sözün bittiği noktaya gelmişiz demektir. Gelelim yazımızın başındaki sözlerin devamına. Bakın devamında ne diyordu hatırlayalım. (Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”) Sizce yukarıdaki sözleri peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Yukarıda Ankebut 51 ve Araf 185. ayet aslında peygamberimizin söylemeyeceğinin kanıtıdır. Allah elçisine bakın görevi ile ilgili nasıl bir ayet indiriyor. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Anlayana anlamak isteyene, o kadar çok ibretlik ayet var ki. Siz bu ayetten, Allah ın indirdiğinden başka hükümlerin de, elçisinin vereceğini mi anladınız. Yine bir ayetinde Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın ne söylemesini istiyor. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ne güzel, apaçık bir ayet. Ama tüm bunları görmeyenler, görmek istemeyenlere elbette sözümüz olamaz. Peygamberimiz ben, bana vahyedilenden başkasına uymam diyor açıkça, hala birileri inatla bunun tersini söyleyerek, peygamberimize iftira attığının farkında bile değil. Bakın haram ve helal koyma yetkisinde, Rabbin hükmü nasılda çok açık hatırlayalım ayetleri. Acaba Allah tan başka, elçisine de helal haram koyma yetkisi veriyor mu? Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar Enam 140: Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar. Sur. 116.; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar. Yunus 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz? Yukarıdaki ayetler, sizce ne anlatıyor helal ve haram koyma konusunda? Haram ve helal koyma yetkisinin, yalnız Allah ın olduğu çok açık belirtiliyor. Allah ın haram demediği bir şeye haram diyenlerin, Allah a iftira attığı bilgisi veriliyor. Allah a iftira atanların, mahşer günü yüzlerinin simsiyah olacağını ve doğru cehenneme gideceklerini de, bir başka ayetinde Allah bildiriyor bizlere. Kur’an öyle devre dışı bırakılmış ki, Allah ne söylüyorsa, tersine iman ettiğimizin farkında bile değiliz. Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Bu kadar açık bir ayet varken, hala peygamberimizin, Kur’an dışından, haram hükmü koyma yetkisi vardır diyerek, ne denli yanlış yolda olduğumuzu göremiyoruz. Allah bizim gönderdiğimiz Kur’an ın dışında, bunlarda Allah katındandır demiş olsaydı elçimiz, onun açıkça canını alırdık dediği halde, nasıl olurda bizler bunun tersine hala inanırız? Bunun izahını ben yapamıyorum. Allah elçisine kullarını uyarmak ve yol göstermek için yalnız ve yalnız Kur’an ı gönderdiğini, bakın bir başka ayetinde nasıl tekrar anlatıyor. Enam 19: De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu. …….. Allahın elçisinin, bakın bizlere ne söylemesini istiyor. (İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.) Bu ayetten de ders almayana, ne anlatsak boşuna demektir. Gözler perdeli, gönüller mühürlüyse, ne söylesek fayda etmeyecektir. Şimdi de peygamberimizin Kur’an süzgecinden geçen, gerçekten onun söylemiş olabileceği o güzel hadislerinden, bu konuyla ilgili örnekler vermek istiyorum. Bu örnekleri birçok kez verdim. Ama işine gelmeyenler bunları da görmezden geliyor. Allah Kur’a na göre amel eden kavimleri yükseltir, onun gösterdiği yoldan gitmeyenleri de alçaltır. Rivayet Ömer b. Hattab Müslim Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Yazdığım hadislerin, eğer peygamberimizin sözleri olduğuna inanıyorsak, yazıma konu olan hadis diye nakledilen sözlerin, peygamberimize ait olduğunu söyleyenler, Allah ın elçisine iftira attığının, bilincinde olmalıdırlar. Hepimiz imtihandayız. İmtihanımızın asıl kaynağının, Kur’an olduğunu Allah söylüyorsa, sizce kime güvenmeliyiz, onun seçimi herkesin kendisine kalmıştır. Dilerim cümlemiz doğru seçimi yapan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Scarface Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 [TABLE=width: 90%, align: center] [TR] [TD=class: IcerikBaslik, align: center]Hadîs Yazma Yasağının Mahiyeti[/TD] [/TR] [TR] [TD=class: Icerik, align: justify] İslâm âlimleri, hadîslerin yazılmasını yasaklayan ve tecvîz eden rivâyetleri değerlendirerek şu durumları tesbit ederler: 1- Yasak ilk yıllara aittir. İlk yıllarda henüz Kur´ân ve hadîsleri tefrik edecek derecede dinî kültür seviyesi gelişmemişti. Üstelik okuma-yazma bilenler sayıca azdı. Bunların hadîs yazmaya da tevessül etmeleri, hem Kur´ân´a gösterilmesi gereken alâkayı azaltacak hem de bir kısım iltibaslara yol açabilecekti. Halbuki asıl olan, Kur´ân´ın muhâfazası ve neşri idi. Onu her çeşit şüphe tevlid edecek durumlardan, iltibaslardan uzak tutmak gerekiyordu. Binâenaleyh müslümanlar, Kur´ân´a olan mârifet ve âşinalıklarını artırdıkça, okuma-yazma bilenlerin sayısı arttıkça bu yasak kaldırılmış, ruhsat gelmiştir. Bu nokta-i nazardan, yasakla ilgili rivâyetlerin kâhir ekseriyetle, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in "Vahiy kâtipleri" meyânında zikri geçen sahâbelerden gelmiş olması mânidârdır. 2- Yasak, hâfızası kuvvetli olanlara hastır. Maksat da, onların yazıya güvenerek, hadîsleri hıfza alma işini ihmal etmelerini önlemektir. Hâfızası zayıf olanlar yazma hususunda izin istediler ve kendilerine izin verildi. 3- Hadîsin yazılmasındaki yasak, Kur´ân´ın yazıldığı sayfâlarla ilgilidir. Yani aynı sayfaya hem Kur´ân ve hem de hadîs yazılması yasaktır. Ayrı ayrı sayfalara yazılması yasaklanmamıştır.Nitekim fiilî durum kesinlikle şunu göstermektedir: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kur´ân gibi, hadîslerin de yazılmasını bir prensip haline getirerek, yaygın bir tatbikat şekline sokmamıştır. İsteyen yazmakta, isteyen ezberlemektedir. Bütün sahâbiler (radıyallahu anhüm) şu husûsu bilmekte müşterektirler: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in sözleri ve fiilleri kendileri için hüccettir, delîldir. Bizzat Kur´ân, sünnet ve hadîslerin ehemmiyetinden bahsetmektedir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´de hadîslerine ehemmiyet verilmesi, neşredilmesi, her çeşit yalan ve tahrifattan korunması için sık sık dikkatleri çekmiştir. Nitekim mütevâtir hadîsler arasında en çok tarîkle geleni: "Bana yalan nisbet eden cehennemdeki yerini hazırlasın" hadîsidir. Bu bilgilerde müşterek olan Ashâb (radıyallahu anhüm), fıtrî meyline, ferdi zevk ve kapasitesine uygun şekilde Sünnet karşısında farklı tavırlar göstermiştir: Kimisi ezberlemiştir. Kimisi hem yazmış, hem ezberlemiştir. Kimisi yazmıştır. Kimisi hadîs öğrenmek için "karın tokluğuna" sağlığında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in, vefatından sonra da hadis bilen Ashâb´ın peşini bırakmamış ve bildiğini de başkasına anlatmak için ders halkaları kurup talebeler yetiştirmiştir. Kimisi normal hayatını sürdürmüş, sorulunca veya münasebet düşünce hadîs rivâyet etmiştir. Kimisi de rivâyeti sıhhatli yapamama endişesiyle fazla hadîs rivâyet etmekten şuurla kaçınmıştır. İnsanlar her devirde böyle değil mi Herkes âlim ruhlu, herkes sofu tabiatlı, herkes münzevîmeşreb, herkes yazmaktan veya ezberlemekten zevk alır durumda olur mu Şu halde, hadîsin yazılmasıyla ilgili olarak gelen farklı rivâyetleri, biraz da insan fıtratının bu tabiî yapı ve seyri ile açıklamak gerekiyor. Hadîslerin yazılması husûsunda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın herkese şâmil sıkı ve sistemli bir emri olmayınca, ilme meyil ve hevesi olanlar tabiî bir şekilde bu işi yapmışlar, zaman zaman tereddüt ve problemler çıktıkça da Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e mürâcaat etmişlerdir. Bu çeşit, husûsî heves sâhipleri her defasında, yazma husûsunda ruhsat ve izin almışlardır. Aksini ifâde eden rivâyet mevcut değildir. RESULULLAH S.A.V DÖNEMİNDE HADİSLERİN YAZILDIĞI بسم الله الرحمن الرحيم “ … Abdullah İbnu Amr el As r.a der ki : Ben Peygamber s.a.v'den işittiğim şeyleri ezberlemek arzusuyla yazıyordum. Kureyş beni bundan menederek : - Sen Resûlullah s.a.v’den her duyduğunu yazıyorsun, halbuki Resûlul-lah s.a.v de bir insandır, öfke ve rıza, her iki hâlde de konuşur, dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Ancak durumu da Peygamber s.a.v'e arzettim. Resûlullah s.a.v parmağıyla mübârek ağızlarına işâret buyurarak : - Yaz, Nefsimi elinde tutan Allah'a kasem ederimki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz. “ EBU DAVUD : 4.C3646.N – DARİMİ : 1.C.490.N – HAKİM : 1 / 105 – AHMED : 2 / 193 – 6520 – 6816 – İBNİ EBİ ŞEYBE MUSANNEF : 6 / 229 – HATİBUL BAĞDADİ TAKYİDUL İLİM : 74.S – ALBANİ S.CAMİ : 1196 “ … Ebu Hureyre r.a dan. Dedi ki : Ensardan bir adam Peygamberin mec-lisinde oturur, ondan hadis dinler ve hoşuna giderdi. Fakat ezberleyemezdi. Resulullah s.a.v’e bu durumdan yakındı ve : - Ya Rasulallah ! senden hadis dinliyorum, hoşuma gidiyor fakat ezberleyemiyorum, dedi. Bunun üzerine Allah resulü s.a.v : - Elinden istifade et, diyerek yazmaya işaret etti. “ TİRMİZİ : 4.C.2803.N – AHMED : 2 / 12 – 192 – BEYHAKİ MEDHAL : 418 / 9 - HATİBUL BAĞDADİ TAKYİDUL İLİM : 67.S “ … Rafi bin el Hadic r.a dan. O şöyle dedi : Ben Allah Resulü s.a.v’e : - Ya Rasulallah ! biz senden çok şeyler işitiyoruz ; onları yazalım mı ? diye sordum. Resulullah s.a.v : Yazınız, sakıncası yoktur, buyurdular. “ SUYUTİ TEDRİBU’R RAVİ : 286.S “ … Ebu Hureyre r.a dan. Dedi ki : Mekke fethedildiği zaman Resulullah s.a.v ayağa kalktı, fetih hutbesini zikretti. Aslen Yemenli olan, kendisine Ebu Şah denilen bir kimse : - Ey Allah’ın Resulü ! bu hutbeyi bana yazın, dedi. Bunun üzerine Allah resulü s.a.v : Hutbeyi Ebu Şah’a yazınız, dedi. “ BUHARİ : 1.C.265.S – EBU DAVUD : 4.C.3649.N “ … Abdullah İbnu Amr r.a der ki : Bir ara biz Peygamber s.a.v'in yanında yazıyorduk. Derken Resulullah s.a.v’e : iki şehirden hangisi, Kostantiniye mi yoksa Rumiyye mi daha önce fethedilecek ? diye soruldu da, Peygamber s.a.v şöyle buyurdu : Hayır ! doğrusu Hırakliyusun şehri daha evvel fethedilecek. “ DARİMİ : 1.C.492.N – AHMED : 2 / 176 – 6607.N – EL ALBANİ S.SAHİHA : 1 / 121 - HAKİM : SAHİH DİYOR VE ZEHEBİ DE BUNA MUVAFAKAT EDİYOR. “ … Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle buyurur : Peygamber s.a.v'den çok hadîs bilmede Abdullah İbnu Amr hâriç, bana yetişen yoktur. O, beni geçer, zira o yazardı, ben ise yazmazdım ". BUHARİ : 1.C.267.S – TİRMİZİ : 4.C.2805.N – DARİMİ : 1.C.489.N “ … Şa’bi den ; o da Ebu Cuhayfe’den haber verdi. O şöyle demiştir : Ben Ali’ye : sizin yanınızda bir kitap veya yazılmış bir şey var mıdır ?. Ali r.a : Hayır, biz de Allah’ın kitabından ve bir de müslümana verilen anlayıştan başka bir şey yoktur. Bir de şu sahifenin içindeki vardır, cevabını verdi. Ebu Cuhayfe dedi ki : Ben : Peki, bu sahifenin içinde ne var ? diye sorunca : Onun içinde diyetin, esiri kurtarmanın ve bir kafire bedel bir müslümanın öldürülmeyeceğinin hükmü vardır, dedi. “ BUHARİ : 1.C.264.S “ … Ebu İbni Malik ve Abdullah ibn Amr r.a dan. Resulullah s.a.v şöyle dedi : İlmi yazarak kaydediniz. “ CAMİU’S SAĞİR : 3.C.2942.N – CAMİU’L BEYANİL İLM : 1 / 72 “ … Ebu Hureyre r.a, tereddüt ettiği bir hadisi şerif hakkında Fadl bin Hasan bin Amr bin Umeyye ye : Eğer sen bunu benden işittinse, onun mutlaka ben de yazılısı vardır, diyerek içinde Resulullah s.a.v’in bir çok hadisleri yazılı kitapta onu bulup göstermiştir. “ HAKİM : 3 / 511 Allah resulü s.a.v’in dilinden hadislerin yazılmasını yasaklayan Müslim’de zikredilen bir hadisinin dışında sahih bir hadis yoktur…Ama sahih olmayan bir çok rivayet vardır. Müslim’de zikredilen bu yasağa dair hadis ise, - İlim ehlinin de dediği gibi – islamın bidayetinde olan bir yasaktı… Nedeni ise Kur’anla karışmaması içindi… Ama daha sonra – biraz önceki hadislerde de anlatıldığı gibi – hadis-lerin yazılmasına izin verilmiştir… “ … Ebu Sa'îdu el-Hudrî r.a dan. Peygamber s.a.v şöyle söyledi : Benden Kur'ân dışında bir şey yazmayın. Kim benden, Kur'ân'dan başka bir şey yazdı ise onu imha etsin. Ama benden rivayet edebilirsiniz, bunda bir mahzur yok. Ancak, kim bilerek bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın. “ MÜSLİM : 8.C.3004.N – AHMED : 3 / 12 – 21 – 39 – HAKİM : 1 / 127 İbnu’l Cevzi Telbisu İblis’te şöyle der : “ …… Sünnete gelince, Resulullah s.a.v islamın ilk zamanlarında insanların yalnız Kur’anı yazmalarına müsaade ederek ; Benden Kur'ân dışında bir şey yazmayın, buyurdular. Hadisler çoğalıp sahabe tarafından az sayıda öğrenildiğini görünce kendilerine yazmak için izin vererek : Elinden istifade et … Yazınız, sakıncası yoktur …. İlmi yazarak kaydediniz…. buyurmuşlardır [/TD] [/TR] [/TABLE] Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
menekse1 Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 Yukardaki ilk mesajdaki kirpilip amaca yonelik kullanilan tum ayetlerin gectigi sureler; ad semud kavmini mekkeli musrikleri hud kavmini nuh kavmini firavun kavmini yani puta tapanlari putlari kendilerine dost edinenleri ve bu yuzden helak olanlari anlatiyor, Yuce peygamberimizle, velilerle uzaktan yakindan ilgileri yok ; Kurandan acip okuyabilirsiniz Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
кυвiŁαу Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 "Şimdi de peygamberimizin Kur’an süzgecinden geçen, gerçekten onun söylemiş olabileceği o güzel hadislerinden, bu konuyla ilgili örnekler vermek istiyorum. Bu örnekleri birçok kez verdim. Ama işine gelmeyenler bunları da görmezden geliyor." Ben bu kesimin neyi gördüğünü tam olarak anlamadım zaten.Hadisde diyor ki, (Komşusu açken tok yatan, mümin değildir.) [buhari] Müslüman yediği yemeğin gazından uyuyamıyor. Hadiste diyor ki, (Din adına uydurulan her şey bid’attir, her bid’at sapıklıktır; her sapıklık da Cehenneme götürür.) [buhari, Müslim, İbni Mace, Nesai] (Bid’at çıkarana da, onu himaye edene de lanet olsun.) [buhari] Fakat Müslüman "Hayırlı Bidat" denilen bişey çıkarmış ve bununla amel etmekte sakınca görmüyor. Ayetlerde ibretlik anlatımlar var.Fakat Müslüman "bu Hristiyanları,bu Yahudileri bu da putperestleri ilgilendiriyor" diyerek işin içinden çıkıyor. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Scarface Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 Paylaş Yanıtlama zamanı: Şubat 10, 2013 Zaman zaman bir kısım yeni uygulamaların islama aykırı olduğu ifade edilir ve Bidat olduğu söylenir. Bu açıdan Bidatın ne olduğu bilinmeli ki her yeni uygulamaya, islama aykırı diye karşı çıkılmasın. Örneğin: "Yakasız gömlek giymek sünnet, yakalısını giymek bid'at;" "Yer sofrasında yemek yemek sünnet, masada yemek bid'at;" "Yer minderinde oturmak sünnet, koltukta oturmak bid'at;" "Mikrofonsuz ezan okumak sünnet, mikrofonla okumak bid'at;" "Takke ve sarık takmak sünnet, başaçık gezmek bid'at" gibi kanaatler ileri sürülür, böylece güya sünnet ve bid'at tanınmış ve tanıtılmış olur çoğu kere... Bu sözlerle insanları sünnete teşvik etmek gibi bir iyi niyet vardır aslında. Tersini iddia edenler sünnete karşı gelmekle ve bid'ate taraftar olmakla suçlanır. Akabinde ise tartışmalar, münakaşalar başlar, husumet ve kırgınlıklarla konu kapanır. Bu tür meseleler bazı zamanlar karı-koca, baba-oğul ve kardeşler arasında gündeme geldiği gibi, çok kere de İslâmî hizmetlerde bulunan kişiler arasında sohbet konusu olur, konuşulur, tartışmaya girilir ve sonuçta istenmeyen manzaralar ortaya çıkar. Resûlullah'ın Sallallahu Aleyhi Vesellem hayatını inceleyen, sünnet ve hadisi tetkik eden İslâm uleması arasında konu müzakere edilmiş, değişik tarzda yorumlar yapılmış ve neticede birtakım tarifler getirilerek bid'at meselesi tasnife tabi tutulmuştur. Ulema arasında bid'at geniş ve dar kapsamlı olmak üzere iki ayrı şekilde mütalâa edilmiştir. Bid'atı geniş kapsamlı olarak inceleyen başta İmam Şâfiî, İmam Nevevî olmak üzere İbn Âbidin ve benzeri âlimler bu kısaca şu tarifi getirirler: "Bid'at, Resûlullah'tan Sallallahu Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan herşeydir." Bu tarife göre, dinî özellik taşıyan amel ve davranışlarla birlikte günlük hayatla ilgili olarak sonradan ortaya çıkan yeni düşünceler, uygulama ve âdetler de bid'at olarak kabul edilmiştir. Bu âlimler, meseleye delil olarak da şu hadisi zikrederler: "Kim benim bir sünnetimi ihya ederek insanların onunla amel etmelerine vesile olursa, o insanların kazanacağı sevaplardan hiçbir şey eksiltmeden onların sevaplarının bir katını almış olacaktır. Kim de bir bid'at icat ederek onunla amel edilmesine sebep olursa, o bid'at ile amel edenlerin yüklenecekleri günahlardan hiçbir şey eksiltmeden onların günahlarının bir katını yüklenmiş olacaktır." (İbn Mâce, Mukaddime, 15) Bu tarifle birlikte aynı ulema bid'atı, hasene ve seyyie olarak ikiye ayırır, yapılması mahzurlu olmayanlara bid'at-ı hasene (iyi bid'at), yapılması mahzurlu olanlara da bid'at-ı seyyie (kötü bid'at) derler. Minare ve medrese yapmak bid'at-ı hasene, kabirlerin üzerine mum yakmak da bid'at-ı seyyiedir. Buna göre, hadislerde reddedilen bid'atler, kötü bid'atlerdir. Hz. Ömer (r.a), Mescid-i Nebevi'de teravih namazını cemaatle kılanları görünce,"Bu ne güzel bir bid'attır" diyerek teşvik etmiş ve bid'at-ı haseneyi belirtmiştir. (Buhârî, Teravih, 1) Bid'atı dar kapsamlı olarak anlayan başta İmam Malik olmak üzere, Aynî, Beyhakî, İbn Hacer el-Askalânî ve Heytemî, İmam Birgivî ve İbn Teymiyye gibi âlimler de şu tarifi getirirler: "Bid'at, Resûlullah'tan Sallallahü Aleyhi Vesellem sonra ortaya çıkan ve dinle ilgili olup ilave veya eksiltme özelliği taşıyan herşeydir." Bu ulemaya göre dinle ilgisi olmayan ve dinî özellik taşımayan yeni icatlar bid'at sayılmaz. Bu bakımdan örf ve âdet türünden olan davranışlar bid'at kavramının dışında değerlendirilir. Bu görüşün delilleri de şu hadislerdir: "İşlerin en kötüsü sonradan ihdas edilenlerdir." (Müslim, Cum'a, 43) "Sonradan ihdas edilen herşey bid'attır." (İbn Mâce, Mukaddime, 7) "Her bid'at dalalettir." (Müslim, Cum'a, 43) "Din namına sonradan ortaya çıkarılan şeylerden sakının. Gerçekten sonradan ortaya çıkarılan herşey bid'attır ve her bid'at de sapıklıktır. Bu durumda sizin yapmanız gereken şey, benim sünnetime ve birer hidayet ve irşad rehberi olan halifelerimin sünnetlerine sarılmanızdır." (Ebû Dâvud, Sünnet, 5) Aynı görüşü benimseyen fıkıh usulü uzmanı eş-Şâtibî ise, bid'atı 'sonradan ortaya çıkan dinî görünümlü yol' olarak tarif ettikten sonra, konuya şu şekilde bir açıklık getirir: "Bid'atı dinî görünümlü bir yol olarak benimseyen kişilerin bu yola girmelerinin sebebi Allah'a daha çok kulluk etmektir. Bunun yanında, dinî görünümlü olmayan ve dinî telakki edilmeyen şeyler bid'atten sayılmaz. Meselâ, bir kimsenin helâl olan birşeyi kendisine yasaklaması bid'at değildir, ancak bu yasaklamayı dindarlık düşüncesiyle yapması bid'attır." Şâtıbî'ye göre bid'atı 'hasene' ve 'seyyie' olarak iki ayırmak doğru değildir. (İbrahim bin el-Musâ eş-Şâtıbî, el-İ'tisam; DİA, "Bid'at" maddesi) Sünnetin titizlikle korunmasını isteyen ve Hicrî 1000'inci yılda yaşayan İmam Rabbânî bid'atlere karşı mücadele etmeyi dile getirirken şöyle der: "En bahtiyar odur ki, İslâm'ın ve Müslümanların garip düştüğü bir zamanda terk ve ihmal edilmiş sünnetlerden birisini ihya edip yaygın olan bid'atlerden birisini yok edip kaldıran insandır. Şimdi öyle bir zaman ki, Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem gönderileli bin seneyi geçmiştir, kıyamet alametleri de teker teker çıkmaya başlamıştır. Resûlullah'ın (a.s.m.) Saadet Asrından uzaklaştıkça sünnetler perdelenmiş, bid'atler yalan illetinin yaygınlaşmasıyla çoğalmıştır. Şimdi öyle bir mücahide ihtiyaç vardır ki, sünnetleri ihya etsin, bid'atleri kaldırsın. Çünkü bid'atlerin revaç bulması dinin tahribine sebep olur." (Mektubat, 1:34-35) Şâtıbî gibi bid'atin seyyie ve hasene şeklinde tasnif edilmesine şiddetle karşı çıkan İmam Rabbânî, itirazını şu şekilde dile getirir: "Eski âlimler bid'atlerin bazı güzel taraflarını görmüş olacaklar ki, bazı bid'atlere 'hasene' (iyi) bid'at ismini vermişlerdir. Fakat bu fakir, bu meselede onlara uymuyorum. Bid'atlerden hiçbirisine 'hasene' diyemem. Bid'atlerde karanlık ve bulanıklıktan başka birşey göremiyorum. Çünkü Resûlullah Sallallahü Aleyhi Vesellem 'Bütün bid'atler dalalettir' buyurmuştur. İslâm'ın garip olduğu ve zayıfladığı bir zamanda kurtuluş ancak ve ancak sünnete uymakta, felaket de nasıl olursa olsun bir bid'ate sarılmaktadır. "Sonradan çıkan herşey bid'at ve her bid'at dalalet olursa, nasıl olur da bid'atte güzellik olur. Hadis-i şeriflerde buyurulduğu gibi, icat edilen her bid'at bir sünneti kaldırmaktadır. Bu husus bazı bid'atlerle sınırlı değildir ve her bid'at seyyiedir. "Resûl-i Ekrem Efendimiz Sallallahü Aleyhi Vesellem buyurmuşlardır ki: 'Peygamberlerinden sonra dinlerinde bid'at uyduran her ümmet, sünnetten de o bid'at kadar bir sünneti zayi etmiş olur.' (Et-Tergîb ve't-Terhîb Trc, 1:109) "Hassan bin Sabit'ten şöyle bir hadis rivayet edilmektedir: 'Bir topluluk dinlerinde bir bid'at icat ederse, Cenâb-ı Hak sünnetlerden bir sünneti o bid'at gibi çeker, çıkarır, onlardan uzaklaştırır da kıyamete kadar iade etmez.'" (Mektubat, 1:160) Görüldüğü üzere İmam Rabbânî, sünnete en ufak bir gölge düşürecek bid'ate müsamaha dahi göstermemekle birlikte Mektubat'ın bazı nüshalarının şerhinde sünnette aslı bulunanlara bid'at ismini bulaştırmaz, onlar için 'güzel âdet' anlamında 'sünnet-i hasene' tabirini kullanır. (M. Paksu, Sünnet ve Aile, s. 19) Kendisini 'Bid'atüzzaman' olarak tanıtan ve hayatı boyu bid'atlerle mücadele eden ve sünnet-i seniyyeyi ihya etmek için hayatını vakfeden Bediüzzaman Said Nursî, "Mirkatü's-Sünne ve Tiryaku Marazı'l-Bid'a" (Sünnetin Dereceleri ve Bid'at Hastalığının İlacı) adıyla müstakil olarak kaleme aldığı eserinde bid'atı dar kapsamlı olarak tarif eden ulemanın görüşünü benimser ve, "Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid'attır," "Şeriat ve sünnet tamam ve kemâlini bulduktan sonra, yeni icadlarla o düsturları beğenmemek veyahut-hâşâ ve kellâ-nâkıs (eksik) görmek hissini veren bid'aları icad etmek dalâlettir, ateştir" diyerek bid'at mefhumunun sadece dinle, ibadetlerle ilgili meselelerde söz konusu olduğunu belirtir. Ona göre, "Her bid'at dalalettir ve her dalalet Cehennem ateşindedir" hadis-i şerifi ve "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim" (Mâide Sûresi, 3) âyet-i kerimesinin bildirdiği üzere, şeriatın kaideleri ve sünnetin düsturları tamamlandıktan ve kemâl noktasına erdikten sonra yeni icatlarla o düsturları beğenmemek veyahut-hâşâ ve kellâ-eksik görmeye götüren bid'atları icat etmek dalâlettir, ateştir. (RNK, Lem'alar, s. 609) Yine Bediüzzaman'a göre, ibadetlerle ilgili hüküm ve meselelerde yeni icatlar çıkarmak bid'attır ve dince reddedilmiştir. Çünkü sünnetlerin bir kısmı ibadetlerle ilgilidir ve fıkıh kitaplarında açıklanmıştır, onları değiştirmek bid'attır. Diğer kısmı 'âdâb' olarak bilinir ve bunlar siyer kitaplarında mevcuttur. Onlara aykırı hareket etmeye bid'at denilmez; ancak nebevî edebe uyulmamış, onun nurundan ve hakikî edepten istifade edilmemiş olur. Bu kısım da örf ve âdât, fıtrî muamelelerde Resûl-i Ekrem'in Sallallahu Aleyhi Vesellem tevatürle belirlenen hareketlerine uymaktır. Bunlar ise konuşmak, yemek içmek, yatıp kalkmak gibi görgü kurallarıyla alâkalı sünnetlerdir. (RNK, Lem'alar, s. 609) Sünneti kavlî, fiilî ve hâlî olarak üçe ayıran Bediüzzaman, bu üç kısmı da farz, nafile ve güzel âdetler olarak üç bölüme tâbi tutar. Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem namaz ve hac gibi ibadetlerde fiilî olarak bizzat tatbik ettiği-farz namazları kılmak gibi-farz ve vacip cinsinden olan sünnetlere uyma mecburiyeti vardır. Nafile olarak tespit edilen ve müstehap olarak belirtilen ibadetlerle ilgili sünnetlere uymakta büyük sevaplar vardır; fakat bunları değiştirmek bid'attır, dalalettir. Efendimizin Sallallahü Aleyhi Vesellem güzel âdetleri sınıfına giren sünnetleri işlemek 'müstahsendir,' çok güzeldir. Ki bunlar şahsî ve sosyal hayatla ilgilidir. Bu sünnetleri işleyenler âdet ve alışkanlıklarını ibadete çevirmiş olurlar. (RNK, Lem'alar, s. 610) Bu tespitlerin yanında, Bediüzzaman, eserlerinde zaman zaman 'ehl-i bid'a' tabirini kullanır. Bunları muhatap alarak İslâm'ı müdafaa sadedinde bazı açıklamalar yapar. Bediüzzaman'ın ehl-i bid'a olarak isimlendirdiği zihniyetin mahiyetlerini de şu ifadelerinde anlamaktayız: "Acaba, bu ehl-i bid'a ve doğrusu ehl-i ilhad, bu dinsizlikte hangi menfaati buluyorlar?" (RNK, Mektubat, s. 558). "Ehl-i bid'a, ecnebî inkılâpçılarından böyle meş'um bir fikir aldılar ki: 'Madem Hıristiyan dininde böyle bir inkılâp oldu; öyleyse, İslâmiyette de böyle dinî bir inkılâp olabilir" (RNK, Mektubat, s. 557). "Şeâiri tağyir eden (İslâm'ın alâmetlerini değiştiren) ehl-i bid'a diyorlar ki: 'Bu taassub-u dinî bizi geri bıraktı. Bu asırda yaşamak taassubu bırakmakla olur.'" Bu ifadelerden, 'ehl-i bid'a'yı İslâm ülkelerinde yaşayan ve taşıdıkları sinsi fikirleriyle İslâm'ın bazı esas ve kaidelerini değiştirmeye ve hatta İslâm'ı tamamen ortadan kaldırmaya çalışan komiteler olarak görmekteyiz. Mektubat isimli eserinde ehl-i bid'a sayılan bu sapık fikirli insanların teşebbüslerini akim bırakacak, onların hak olarak göstermeye çalıştıkları iddia ve planları kökünden çürütecek izahlar yapan Bediüzzaman, 'tahribatçı ehl-i bid'a'yı da iki kısma ayırır: Birinciler güya din hesabına, İslâmiyet'e sadakat namına, güya dini milliyetle takviye etme telakkisiyle dine taraftar görünerek 'dinin nurlu ağacını ırkçılığın karanlık toprağına dikmek isterler.' Bu hareketleri bid'akârâne bir teşebbüs olarak gören Bediüzzaman, bu adamlara dünya çıkarı için ahiretini satan âlimler mânâsında "ulemâ-i sû', meczup, akılsız, cahil sufiler" tabirlerini kullanır ki, bu ifadeleriyle onların gerçek kimliklerini açıklar. İkinci kısım ehl-i bid'a ise, "millet namına milliyet hesabına unsuriyete (ırkçılığa) kuvvet vermek fikrine binaen 'Milleti İslâmiyetle aşılamak istiyoruz' diye bid'atları icat ediyorlar." (RNK, Mektubat, s. 559) Barla Lâhikası'nda en büyük yedi günahın arasında 'dine zarar verecek bid'alara taraftar olmayı' da sayan Bediüzzaman (RNK, Barla Lâhikası. s. 1547), bid'atı seyyie ve hasene olarak kabul eder ve bu konuda iki misal zikreder: Birincisi: Her tarikatın kendi meşrebine göre ayrı ayrı tarz ve şekilde virdleri, zikir ve tesbihleri vardır. Bu zikirlerin asılları Kitab ve sünnetten alınmak şartıyla ve sünnete aykırı olmamak ve bütün bütün sünneti değiştirmemek kaydıyla bid'at değildir. Bu çeşit uygulamaya bazı âlimler, bid'at demiş olsalar da, 'bid'a-i hasene' adını vermişlerdir. (RNK, Lem'alar, s. 610) İkincisi: Bazı cami ve mescitlerde Peygamberimizin mübarek saç ve sakalının telleri bulunmakta ve bunlar belli vakitlerde ziyaret edilmektedir. "Bazı ehl-i takva, böyle işlerde, ya takva veya ihtiyat veya azîmet noktasında ilişseler de, hususî ilişirler. Bid'a da deseler, bid'a-i hasene nev'inde dahildir. Çünkü vesile-i salâvattır." (RNK, Lem'alar, s. 637) Tariflerden, yapılan izahlardan, verilen misallerden ağırlıklı olarak anlaşılan; iman esaslarını, İslâmî şeâirleri ve ibadetlerle alâkalı sünnetleri bozmaya, değiştirmeye, kaldırmaya ve unutturmaya yönelik yeni icatlar, düşünce ve uygulamalar gerçek anlamda bid'at sınıfına girmektedir. Çünkü asıl itibarıyla bid'at, ahkâmla ilgili bir esası kaldırıp yerine beşerî ve arzî bir 'yeniliği' getirmektir. Yoksa Efendimizin güzel âdetlerine ve 'âdap' olarak bilinen beşerî davranışlarına yönelik sünnetleri terk etmek, sadece bir sünnet sevabını alamamaktır. Bu arada, Kitab ve sünnetin ruhuna aykırı olmayan, "Müslümanların güzel gördüğü güzeldir" esasına uygun olarak dinin kendi dairesinde kalmak şartıyla günlük yaşantıyla alâkalı, evrad ve zikirle ilgili uygulamalar ise 'bid'at-ı hasene' veya 'sünnet-i hasene' kısmına girer. Bunun yanında, muhatabımızda bizim benimsemediğimiz veya yadırgadığımız bir davranış ve hareket görülecek olsa, onun 'nâzikâne, nezihâne ve kavl-i leyyinle' tashihine ve düzeltilmesine gitmek gerekir. Sözün özü: "Bid'atların ve dalâletlerin istilâsı zamanında sünnet-i seniyyeye ve hakikat-i Kur'âniyeye temessük edip hizmet eden, yüz şehid sevabını kazanabilir." (et-Tergîb ve't-Terhîb, 1:41) "Ne mutlu o kimseye ki, sünnet-i seniyyeye ittibâından hissesi ziyade ola. Veyl o kimseye ki, sünnet-i seniyyeyi takdir etmeyip bid'alara giriyor. (RNK, Lem'alar, s. 609) Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.