Visall Oluşturma zamanı: Mart 25, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Mart 25, 2013 Babam buraya gelirken ablamın başlık parasına pamuktan kazanacağı parayı da katıp tarla alacakmış. Bir dahaki yıl gelmeyecekmişiz buralara. Artık kendi tarlamız olacakmış. Çalışmayacakmışız başkasının işinde. Kendi tarlamızı sürüp ağalar gibi yaşacakmışız. Beni de iyi bir başlık parasına verirlerse… Bundan ötesini duymaz öğretmenimin anlattığı o yerleri düşünürdüm. Evin içindeki çeşmeden akan suları içer eşiyle kitap okuyan kadını hayal eder, inanmazdım. Yine de sessizce hayal ederdim şehrin yollarına çizilen çizgiler beyazmış. Bizim buraların kırmızılarına bulanmış diğer mor menekşelerin mahzun ağlamalarına yüklerdim pamuğun beyaz hafifliğini.Ses etmezlerdi.Ses etmezliklerine ses etmezdim kim bilir azıcık bağırsam azıcık. Amcam oğlu beni de götürür müydü ormana belki de acırdı duymazlıktan gelirdi azıcıklarımı kim bilir? İlk kez düşmüştü yolum pamuğa. Babam havada kalan eliyle ezilmişliğini toplayıp cebine koydu usulca. Yazan adam başını kaldırmadan “ şu yana geçin sayacam” dedi. “ İsmin ne?” “Cabbar Eğilmez, altıda horanta.” “Geçin; bir, iki,üç…” adam bizi saydı.Sayıldım bana üç dedi şöyle bir çaktırmadan omuzlarımı dikleştirdim.Anam böğrümü çimdikledi sessizce. Çimdik canımı acıttı ses etmeden omuzlarımı tekrar eski yerlerine düşürdüm.Üçtüm işte.Üç ama çimdik yeri de kırmızıydı kırmızı.Hepimizi bir traktörün arkasına doldurup diğer işçilerin çadırlarının yanına götürdüler.Bezden evlere hayretle baktım.Babam “hadi,oyalanmayın erkence yatacağız yarın iş başı var.” dedi. Annem hızlı hızlı bez eve döşekleri serdi bir köşeye de kabı kaçağı yığdı yardım ettim. Uykumun derinliğinden omzumu sarsan anamın eliyle uyandım. “Kalk” dedi usulca “babana su dök. Yemeğinizi yeyip gideceksiniz.” Elime havluyla ibriği tutuşturdu.Yarı sersem bir şekilde uyandım günün karasına.Kara lastiklerimi ayağıma geçirip beyazlara doğru yola çıktık babam önde biz arkada.Renkli iplerim saç örgülerimde.Tarlalara geldiğimizde şaştım kaldım alacalanan tan yerindeki pamukların beyazlığının uçsuzluğuna.Belime diğerleri gibi torba bağladım.Başladım toplamaya beyazları. Beyazdı pamuk. Yumuşaktı. Pamukların yumuşaklığı ellerimi hiç acıtmadı ama belimi ağrıttı. Bezden eve döndüğümüzde gün karaydı yine yemek bile yiyemeden yorgunluktan bitmiş bir halde attım kendimi döşeğin bir kenarına ama önce babamın yatmasını bekledim gözlerimden akan uykuyla birlikte. Bir köşeye atılmış kendimle ne sıcağı ne de sivrisinek seslerini bilmeden uyudum. Ertesi aynı güne uyanmak üzere hiç ses etmeden uyudum. Rüyamda türkü söylüyordum tarlaların beyazına, sesim ne güzeldi. Yanıktı da üstelik. Çocuk türküleriydi seslediğim. Sesim dal dal olup ta göz yüzünün maviliğine erişiyor ordan topladığı tüm bulutları beyaza boyayıp bana veriyordu hepsini alıp elime üzerlerine mor menekşeler tutuşturup tekrar göğe salı veriyordum. Sesim menekşelerin moru oluyordu. Salına salına göğe varıyordu. Çocuk türküleri bulutlara ne güzel yakışıyordu. Birazcık ses etsem azıcık belimin ağrısı geçer miydi? Kim bilir geçerdi belki. Pamuk bana acırdı ve hiç ağrıtmazdı belimi. Kim bilir? Belki… Sonraki ertesiler de buna da alıştım. Ellerimin beyaz beyaz çatlamasına da. Pamuk pamuk gibiydi ama ellerim pamuk gibi değildi hiç. Sonra sıcağı fark ettim. izin günü dediler. Babama ve diğer babalara para verdiler. Babam ve diğer babalar ve baba adayları bir yerlere gittiler. Biz dere kıyısına indik. Çamaşır yıkayacaktık. Su berraktı. Su akıcıydı. Soğuktu. Temizdi. Beni içine çekiyordu. Diğer kadınların beni göremeyeceği bir yere gidip çamaşırları yıkadım çalılara astım. Ayaklarımı suya soktum önce. Sonra sivrisineklerin talan ettiği kollarımı bacaklarımı kirden görünmeyen tenimi suya soktum. Temizlik ne güzeldi. Üzerimde benden bir yaş büyük ablamın artık ona küçülen entarisi vardı toprak sıcaktı. Sırt üstü uzanıp rüyamdaki çocuk türkülerimi dinlemeye başladım hava sıcaktı. Toprak yumuşacık bir döşekti. Su tüm kirleri alıp benden uzaklaştırmakla meşguldü. Gözlerim kapandı usulca. Ben istemedim ama kapandı. Elimde örgülerini açtığım saçlarımın ipi vardı. Sonra nefes alamadım. Çırpındım biraz ama üzerimdeki ağırlıktan kalkamadım. Ağır pis bir kokunun anlamlandıramadığım karabasanı çalındı ağzıma. Ağzım kapandı. Gözlerim sarı leş gibi sarımsak kokan bir ağza çaptı. Ne oluyordu? Kabustu, karabasandı, bir şeydi işte. İki ufak gözün kapkara bir suratla beraber üzerime eğilmişliğini gördüm. Kara kemikli nasırlı bir el ağzımı kapamış bana: “ sus” diyordu. “Ses etme” diğer eliyle tuttuğu bıçağı boğazıma dayıyordu. Ben bir şey yapmadım demek istedim ama sesim çıkmadı. Sadece türkü söylüyordum, çocuk türküleri. Çok mu bağırdım. Bırak beni ne olur. Ama içim söylüyordu bunları ve üzerime oturmuş beni boğan adam duymuyordu. Dişleri sarıydı ve pis sırıtışı sıvanmıştı ağzının kenarına. Her yerim kas katı kesilmiş korkudan kollarım yana kaymış usuca ses etmeden kurban olmaya çoktandır hazırlanan ellerim kendilerine biçilen rolü büyük bir sadakatle oynuyorlar. Hep birlikte ses etmeden bekleşiyorlardı. Sarı dişler önce yüzüme sonra omuzlarıma düşerek kırmaya başladılar ben olanlarımı. “ aferin işte böyle ol” diyen ses bedenime düştü hırıldayarak. Bıçağının ucu boynumdan entarimi kesti boydan boya çıkaramadığım sesimin hafifliği bıçağın ucuyla kanatıldı. Ağırlık çocuk bedenimi ezdi. Koku pisti, dişleri sarıydı. Ben on üçtüm. Güneş sarılarak entarimin mor menekşelerine boğup boğup onları sıcağı ile pamukların beyazına beyazına attı. Beyaza düşen morlar kırmızıya çalınıyordu. Çok değil azıcık ses etsem, azıcık… Duyar mıydı az ötede görünmeyen gülüşler sesimin azıcıklığını… Çok değil, bizim oralarda kızlar ses etmezdi. Kırmızı, bizim oralar. Mor menekşe bendim. Özgür Pencere 2008 yılı öykü birincisi.. Ataman KALEBOZAN Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.