Jump to content

Sebeplerin Sûkut Anları


menekse1
 Paylaş

Önerilen Mesajlar

[h=1]Genç denilebilecek bir yaşta hakîkî alemdeki dostlarına kavuşan halam, vefatından önce, uzun bir süre devam eden felç rahatsızlığına mübtela olmuştu. Yürüme zorluğu çekiyordu, hatta yürüyemiyordu demek daha doğru olur. Hayat, onun için ağırlığını tamamen hissettiren bir yük haline gelmişti. Yapmak istediği pek çok şeyi yapamıyor, o halinin verdiği ıstırabı da çok zaman içine gömüyordu. Doğrusu zahirde, şekva sebebi sayılabilecek pek çok şey vardı.[/h]

Fakat şikayet ettiğini hiç görmedim, duymadım. Gösterdiği sabır, ettiği şükür kamil bir insana yakışacak olgunluktaydı. Namazlarına devam ediyor, çocuklarına ümit veriyor, onlarla beraber gülüyor, onların sevinçlerini paylaşıyor, ma’lûl haliyle misafir davet ediyor, evlerine uğrayan herkese mutlaka ikramda bulunmaya çalışıyordu. Ömrünün son aylarını yoğun bakımda geçirdi.

 

Üzerimizde çok hakkı vardı fakat özellikle liseyi bitirebilmemiz için gösterdiği fedâkarlığı unutmamız hiç mümkün değildir. Hastanede yatarken sık sık ziyaretine gitmeye gayret ediyordum. Sarılıyor, kokluyor, acı acı gözlerimin içine bakıyor, yola çıkmaya hazırlanan birisi gibi ‘elveda’ bakışları gönderiyordu. Aylarca bir odada, hayattan ümidini kesmiş üç-beş hastanın yanında ölümü bekledi. Elimizden hiç ama hiçbir şey gelmiyordu. Biz susuyorduk, tıp susuyordu, bütünüyle sebepler susuyordu.

 

Merhameti Sonsuz’un şifa lûtfedeceğinden bütün bütün ümidimizi yitirmemiştik ama -ne acıdır ki- biz de bekliyorduk. Evet, artık dua cümlelerinin söylenmesi en zor olanı içimizden geçmeye başlamıştı. Sessizce, yutkuna yutkuna, çok derinlerden ‘Allah’ım! Ne olur kurtar onu bu ıstıraptan!’ diyorduk. Demesine diyorduk ama yüreğimize bir ok gibi saplanan bu hissimizi söz kalıbına asla dökmüyor ve seslendiremiyorduk. Neticede o, hayata gözlerini yummuş, dostlarına –inşaallah– kavuşmuştu, fakat biz de ayrılığın ıstırabını yudumlamaya başlamıştık.

Sevgili annem, ikinci kâlb ameliyatını olacağı zaman dayanamam endişesiyle, ameliyat bitene kadar hastaneye gitmemiştim. Her şey bittikten sonra gittim. Sıhhatine kavuşmuş gözüküyordu. Öyle zannediyorum ki, biraz da içindeki ümidin sevkiyle olsa gerek ayağa kalkmış, kendi hasta halini unutmuş, diğer hastaların yardımına koşuyor, onlara hem yemek, hem de ümit taşıyordu.

 

Evet, kâlb ameliyatından yeni kalkmış bir hasta, etrafındakilere umut dağıtıyor, hayata daha farklı gülümsüyor ve ‘siz de gülümseyin’ diyordu. O hali bana ne kadar sürûr bahşetmişti anlatamam. Fakat yine de o bir kâlb ameliyatıydı ve ikinci kez oluyordu. Eve dönüşünün üzerinden üç-beş ay gibi bir zaman geçmişti ki, acı bir ocak soğuğunda, ölüm meleği çok defa olduğu gibi habersiz gelmiş, kapının tokmağına bile dokunmadan bir yolcunun daha elinden tutmuş ve onu da sefere çıkarmıştı. Ölüm hadd-i zatında güzel şeydi; fakat soğuktan çok daha fazla acıydı.

 

Ölüme en iyi ilaç, onu hep beklemek, geldiğinde de hayata nasıl tebessüm edilirse, onu da tebessümlerle hatta gülerek karşılamak olmalıydı. Annemin, -Allah’ın inayetiyle- bu hususta zorlanmadığını ümit ediyorum, fakat gidenin dönmesi mevzûunda bizim elimizden bir şey gelmezdi. Kimsenin elinden de hiç bir şey gelemezdi. Zira gidenlerin içinde geri dönen hiç olmamıştı. Evet, o an, sebeplerin bütünüyle sükûta boğulduğu bir andı. Sadece, göz musluklarının kendiliğinden açılmasına izin verilir ve göz pınarları kuruyuncaya kadar da açık kalmasına itiraz edilmezdi. Istırap bir zehir gibi yudumlanır ve eller açılıp duaya durulurdu ancak. Biz de sadece onu yapabildik. Çok ağladık ve ellerimizi semaya çevirip yalnızca dua ettik.

....................

Şu kıymetli sayfalar, herhangi bir insanın, bir yönüyle de olsa mazinin yapraklarında yerini almış acılarıyla doldurulmaktan elbette münezzehtir, muallâdır. Ne var ki, müsâmaha ümid ederek, bir hususu ifade etmeye, belki bir hissi paylaşmaya yeltendik.

 

Yalnız biz değil, belki herkes, hayatta böyle bir, belki de bir kaç acıyı yudumlamıştır. Hatta hayatınızda, annenizden-babanızdan, başka sevdiklerinizden daha çok sevdiğiniz ve kendinizi yakın hissettiğiniz, onların da sizi kendisine yakın kabul etmesini bin cân ile, iştiyakla arzuladığınız ve böyle bir tenezzülü dünya ve ukbâ saadetiniz adına çok büyük bir pâye addettiğiniz ‘yakın’larınız olabilir. -Kudreti Sonsuz, engin hazinesinden onlara çok uzun ömürler lutfetsin!- Fakat, bazı zamanlar olur ki, onların dinmek bilmeyen ağrılarına, iştah kesen, geceleri katlayan sızılarına, uykusuz kalışlarına, ıstıraplarına, şahit olursunuz. İlaçlarını kullanan ve dualarını da bir an olsun dilinden eksik etmeyen bir insanın böyle ağır ve uzun süreli bir rahatsızlığa dûçâr kalması karşısında hayret üstüne hayret yaşarsınız. Zannedersiniz ki, ne bu kadar ıstırap veren bir ağrı, ne de böyle aciz bırakan bir hastalık dünyada daha önce hiç görülmemiştir. Evet, bütün bunlara şahit olursunuz da, maalesef elinizden hiç bir şey gelmez. Sizin gelmediği gibi, bütün vesilelere müracaat eden tabiblerin de gelmez. Onlar da bu çaresizliğin aczini ruhlarında bütün derinliğiyle duyar ve "derman yok, buna ne çare” demekten başka bir şey de yapamazlar.

 

 

Öteden beri belaların en büyüklerine, hastalıklara, sıkıntılara hep Allah’ın sevgili kullarının maruz kaldığı, hatta bazen bütün bir topluma gelecek belalara karşı paratoner oldukları da aklınızdan çıkmaz. Hatta Lûtfî’ce mırıldanırsınız: Ezelden âdet-i Mevlâ dostuna / Sevdiği kulunu mübtela eyler / Alınca abdini kerem destine / Anı bin dert ile ibtila eyler. Bütün bunlara rağmen, ‘şifa Allah’tan, O her derdin devasını yaratmıştır, bize devanın peşinde olmak gerek’ der, çırpınır durursunuz da, yine bir adım yol alamazsınız. Evet, ayan-beyan ortadadır ki, sebepler bütünüyle lâl kesilmiştir.

 

Sonra, ‘Yâ Şâfii’nin dilinize vird olduğunu fark edersiniz. Zannedersiniz ki, gecelerde o acıyla yatıyor, sabah kalkarken de o ağrıyla uyanıyorsunuz. Çevrenizde de dualar ediliyor, eller şifa talebiyle semaya çevriliyor, hatta gönüller sadece onun için çarpıyordur. Fakat durum değişmiyor, acı dinmek bilmiyordur. Kulaklarınızda sürekli yankılanan, ‘Hoştur bana Senden gelen, ya hıl’at ü yahut kefen / Ya taze gül, yahut diken, lütfun da hoş, kahrın da hoş’ nağmeleri arasında, içinizden, “acaba şikayet mi olur” korkusunu duya duya da olsa, ‘bu kadar dua ediliyor da, acaba hangi hikmete mebnî Rabbimiz bu sevgili kulunu, şu ıstıraptan kurtarmıyor?’diye geçirirsiniz.

 

Evet, siz bütün bu hislerle oturup kalkarken kulaklarınız şu seda ile yankılanıverir; ‘bir samimi gönül, kendisi öldürücü bir yara alınca nasıl yalvarır, Rabbi’ne yana yakıla nasıl tazarrûda bulunur, işte aynen öyle sevdiklerinin acısını da kendi ruhunda bütünüyle hissetse ve içinden gelerek, kendileyin dua etse o acıdan da, ağrıdan da bir şey kalmaz.’ İşte o an sarsılırsınız, yıkılırsınız. Anlarsınız ki, irtibatın sizden tarafında noksanlık, vefa ve sadakat duygunuzda da pürüzler var. Halbuki canını cânanı için seven, sevdiğinin acısını, hüznünü, sevdiği nisbette hissetmez mi! Hissetmeli değil mi!..

 

Bu soruya cevabınız ‘evet’se, yapılacak tek şey, bir kere daha kendinize dönmek ve içinize bakmak olacaktır. Eğer bunu başarabilir ve kalb balansınızı tam ölçebilirseniz, sözün, hedefi tam ortadan vurduğunu anlarsınız. Meselâ, kendi kolunuzdaki, şiddeti kalbinize, beyninize vuracak, yemenizi, içmenizi kesecek hatta bayılmaya sebebiyet verecek kadar bir ağrının, acının mevcûdiyeti gibi, sevdiğinizin acısını hissetmediğinizi, bilakis yemenizden, içmenizden, uyumanızdan hatta bazı zevklerinizden hiç de geri kalmadığınızı fark edersiniz. Yani, hayatınızın normal seyrinden hiç de ayrılmadığını görürsünüz.

Sonra... sonra sebeplerin tamamen lâl kesilmesini de büyük bir fırsat olarak telakkî eder, sebepleri yaratan, onları dileyince kendi adına konuşturan, istediği zaman da susturan Müsebbibü’l Esbâb’a daha bir içten, samîmi, yüreğinizin sesi ve gönlünüzün nağmeleriyle yani Yunus’ca teveccüh edersiniz. Dersiniz ki: ‘İlâhî sen ganîsin, ben fakirem / Zaifem, acizem, hârem, hakirem..’ İşte o zaman kalb ve vicdan bir kere daha murakabeye tâbî tutulur. Dua için kıpırdayan dilinizin, ‘şifâ’ diye semaya çevrilen elinizin, ‘n’olur bahtına düştük’ diye inleyen gönlünüzün samîmiyeti, içtenliği yeniden ve bir kez daha teraziye konulur. Karşılaşacağınız netice bellidir.

........................

Aslında aynı ‘kelime’ etrafında gönüllerinizin halka olduğu bir dünyaya karşı da sorumluluklarınızı yerine getiremediğinize inanırsınız. Buna rağmen, vazifenizi yapamamanın ezilmişliği içinde de olsa bazen “ya bütünüyle bizim darmadağınık, perişan aynı zamanda mazlum ve mağdur dünyamız!” dersiniz. Önce yegane kuvvet kaynağıyla irtibatını koparmış ve kendi bünyesinde yüzlerce, binlerce virüsün oluşmasına müsaade etmiş.. tabii dışarıdan gelen bütün öldürücü hastalıklara karşı da mukavemetini yitirmiş.. kapılarını ardına kadar açmış.. haliyle mağdûriyetin, mazlûmiyetin bütün envaını görmüş.. -işin en acı tarafı da- kökleri/temelleri açısından şanlı, fakat müntesiplerinin bazıları zaviyesinden talihsiz bu dünyayı yeniden ayakları üstüne doğrultmanın sancısıyla yatıp kalkan üç-beş mustarip ruhtan başka ağlayanı-sızlayanı kalmamış zavallı dünyamız! Aslında onun yürekleri dağlayan bu acıklı hali, önceki tablodan daha fazla ve daha ısrarla çağırır, kalbleri bir kez daha vicdan terazilerine koymaya. İşin doğrusu ondan çıkacak netice de çok farklı olmayacaktır. Evet, bütün bunlar şüphesiz bir tek şeye davet eder sizi. O zaman gönlünüzün peşine takılır ve yüreğinizin çağırdığı yere doğru atarsınız adımlarınızı. İşte o vakit sizin nasibinize geceler düşer, seccadenizin bahtına da gözyaşları.

 

Alinti

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

 Paylaş

×
×
  • Yeni Oluştur...