menekse1 Oluşturma zamanı: Nisan 16, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 16, 2013 [h=1]“Sen Allah’a tevekkül et: Allah, vekil olarak yeter.” (Ahzab, 33/3)[/h]Biz kimsesizlerin kimsesi Allah’ım; Zalimin zulmü, topu- tüfeği varsa da, bizim senin gibi yarimiz, yardımcımız ve de şaşmaz- şaşırtmaz bir vekilimiz var..! Hani bir keresinde Habibi’nin (s.a.v.) karşısına bir münkir, yalın kılıç dikilmiş ve şu istihza kokan soruyu sormuştu: “Söyle bakalım, şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?!” O Hak Nebi de ‘Sen’den aldığı iman gücü ile, tüm kainata (ve hususan mazlumların ‘ah’ını almaya çalışanlara) duyurmak istercesine haykırmıştı üç defa: “ALLAH..!” O vakit müşrikin kılıcı elinden kayıp yere düşmüştü…… Şimdilerin zulüm sahipleri, haşmetli silahları ve türlü imkanları ile mazlumların gözlerine aynı küstah tavırla bakmakta ve hal dili ile o meşum soruyu sormaktadırlar: “Şimdi sizi bizim elimizden kim kurtaracak?!” İşte bizler de Habibi’nin vecdi ve imanı ile o kerim adını öyle yürekten haykırabilsek, eldeki bütün silahlar düşecek, süngüler kırılıverecektir..! (O imanı ve içten nidayı bizlere nasip eyle Ya Rabbi!) … Amcazadesi Hz. Ali (r.a.) muazzam bir teslimiyet ve tevekkülle –ölümüne- Allah Resulü’nün (s.a.v.) yatağına girerken, O da yürekten sığındığı Allah’ına güvenerek, elindeki bir avuç ölü toprağını kendisini öldürmeye gelenlerin üzerine saça saça aralarından geçip hicretine yol almıştı. Sıddık yol arkadaşı Hazreti Ebu Bekir’le güzergahları üzerindeki bir mağaraya sığındıklarında, düşmanların onları görmesi an meselesi olduğu bir anda, Hazreti Ebu Bekir (r.a.) O’nun (s.a.v.) için endişelendiğinde Efendimiz (s.a.v.) gayet emin ve iman dolu bir eda ile, “Üzülme! Allah bizimle beraberdir.”demektedir. Kaldı ki Sen de “Sen bu iki kişiyi ne sanıyorsun: Allah onların üçüncüsüdür.” diye buyuruyorsun Yüce Kelam’ında! Binaenaleyh “Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (Talak, 65/3) “Kuluna Allah yetmez mi?”(Zümer, 39/36) O Iki Cihan Serveri’nin (s.a.v.)’in Sahabe’si de tevekkül konusunda farklı değildi. Kur’an, onların halini şöyle anlatır: “Insanlar kendilerine, ‘düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun’ deyince; bu söz onların imanını artırdı ve ‘Hasbünallahu ve ni’mel vekîl’ = Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir.’ dediler.” (Âl-i Imran, 3/173) O mübarek Habibi’nin “Atam” dediği Hazreti Ibrahim (a.s.) de ateşlere atılırkenki en son sözü: “Allah bana yeter. O, ne güzel vekildir.” olmuştur… Sarsılmaz bir teslimiyetle keskin bıçağın altına boynunu uzatan Hz. Ismail’in (a.s.) babası Hz. Ibrahim aleyhisselam, -rivayet olunur ki- ateşe atılacağı zaman Cebrail kendisine gelip de: “Sana yardım edeyim” teklifinde bulunduğunda O Halilullah (a.s.): “Benim ateşe atılacağımı Rabbim biliyor mu?” der, “Biliyor” cevabını alınca da “Benim sana ihtiyacım yok.” karşılığını verir ve son söz olarak: “Yüce Rabbimin benim halimi bilmesi bana yeter.” der ve bize teslimiyet ve tevekkülün şahikalarını işaret eder..! *** Ahir zaman Nebin (s.a.v.) bir yetimdi; bir saltanatı veya krallığı yoktu ama hamisi- istinadı sen olunca, onun şahs-ı maneviyesi karşısında Kisra’nın saltanatı zir-ü zeber oldu, Kayzer’in hükümranlığı dize geldi… Sen ki birisine “kulum” dersen, hele “Habibim!” dersen onun karşısında kim durabilir ki? Kime dayanıp da o şahsın karşısına dikilebilir ki? Çıkmaya çalışanlar da –Hz. Ömer’in (r.a.) dediği gibi- kendilerine ve çocuklarına yazık edeceklerdir- ki etmişlerdir de! Bu adanmış iman ile Koca Ömer (r.a.) alenen hicrete giderken; yine senden alınan havl ve kuvvetle seslenmişti o devrin müşriklerine: “Duyan duysun; ben de Medine’ye hicret ediyorum. Çocuklarını yetim, hanımını dul bırakmak isteyenler varsa, şu tepenin arkasında yoluma çıksın!” Böyle demiş ve pervasızca yolculuğuna devam etmişti… “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol, Yol varsa budur; bilmiyorum başka çıkar yol.” … Sen bizim havlimizsin, kuvvetimizsin ve Sen bizlerin en güzel vekilisin, diğer mahlukatın da olduğu gibi..! Zira bir ince ağaç kökü bile senden aldığı güç ile “bismillah” der, koca taş ve kayaları şak eder, ikiye böler. Ipek gibi yumuşacık olsalar da, birer asa-i Musa (a.s.) kesilir, taşlardan–ihtiyacı olan- suyu çıkarır. Minicik tohumlar, sana dayanırlar ve bağırlarında taşıdıkları ulu ağaçları neşvu nema erdirmek için gerinirler ve bir çoklarına –başta biz insanlara- mezar olan kara toprağın bağrında silkinir ve yeryüzüne başlarını uzatıverirler. Bütün mevcudat lisanen “bismillah” der, senin adını anar, senin kuvvetine dayanır, seni vekil tanır… Bizler bir zerrecik tohumun aklı kadar olamıyorsak ve müşküller karşısında böylesine aciz ve çaresiz kalıyorsak, bu bizim suçumuzdur. Gailelerin pek bir suçu yok, zira onlar zatında birer basit bahanelerdir..! Bencileyin, küçük bir fidan kökü kadarlık bir tevekküle erebilseydim, -asrın mütefekkirinin ifadesi ile- devasa kainata bile meydan okuyabilirdim. Halbuki esen en ufak yelde bile savruluveriyorum; şedit tipilere ve boranlara yelken açmaktan dem tutarken..! Lakin zamanımızda öyle civanmertler, öyle iman ve tevekkül abideleri var ki, insanlığın şerefini kurtarıyorlar ve Sen’in sözüne canlı şahitlik ediyorlar. Hani meleklerin: “Yeryüzünde bozgunculuk çıkaracak insanlar mı yaratacaksın ya Ilahi?!” sorularına karşı: “Sizler benim bildiğimi bilmezsin..!” diyerek, ileride onlar içinden çıkacak ve insanlığın yüzünü ağartacak asrın diğergamları ve karasevdalılarına remzen işaret etmiştin. Işte onlar şimdilerde –gassalın elindeki bir meyyit teslimiyeti ile- istikamet buyrulan yere, Sen’in adını, nam-ı celilini duyurabilmek için dünyanın dört bir yanına hicret etmekteler; Afrika’nın sık cangıllarının içine, Orta Asya’nın siteplerine, Sibirya’nın buzullarına kadar! Dillerini, dinlerini bilmedikleri oradaki topluluklar arasında bütün imkansızlıklara rağmen Sen’in adının şehbal açmasına vesile olabilmektedirler. Sadece sana dayanmak ve bir reşha gibi Sen’le bütünleşmek suretiyle..! Bir ilim erbabı kaldıracın gücünü anlatmak için: “Bana bir dayanak noktası bulun, dünyayı bile yerinden oynatırım” diyor… Işte bizdeki istinat noktası da sana olan imanımızdır. O kavi ve mukim olsa, dünyalar bile yerinden oynayacaktır karşımızda…Öyle buyuruyorsun: “Ben sevdiğim kulumun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum.” Böylesi bir rezonansa mazhar birisine kim ilişebilir ki? Böyle birisi nerede vartaya düşer ki? Zira böylesinin o “keskin ferasetinden korkulur!” Gecenin bir yarısında, gecenin şu soğuk alazında senden başka bir güç var mıdır ki karanlıklara da hükümran olsun, hem şu sözlerimi bilhakkın duysun? Baktığım şu uçsuz bucaksız gibi gözüken gökyüzünü yıldızlarla ve ay ile donatan yüce haşmetinle ancak Sen..! Ey biz kimsesizlerin kimsesi, bize eman ver- ki bizler Yunus (a.s.)’ın zifiri karanlıkta, derya ortasında, bir balık karnında iken iliklerine kadar hissederek seslendirdiği gibi: “Bizler nefsimize zulmettik.. Sen eman vermezsen kim kurtarabilir ki bizi?” diyoruz… Ayrıca, Efendimiz (s.a.v.)’in tavsiye buyurduğu şekliyle sana niyaz ediyoruz: “Allah’ım, nefsimi sana teslim ettim, yüzümü sana döndüm, korkum da ümidim de senden olduğu için her işimi sana havale ettim…” (Buhari, Müslim) Binaenaleyh bir kutsi hadiste; “Kulum beni nasıl tanıyorsa, ben ona öyle muamele ederim.” buyuruyorsun ey Cenab-ı Mevlâ… Seni sonsuz kudret sahibi, inayetli, merhametli bilerek; işlerini Sana ısmarlayanı, Sana güveneni, Sana dayananı zayi etmeyeceğini, zannında yalancı çıkarmayacağını -o Yüce Adını bildiğim gibi- biliyorum ya Ilahi..! “Gönül seni bulmuş ise Başkasını anar mı hiç! Ateşine yanmış ise, Başka nara yanar mı hiç! Sen’i bulanlar bulmuştur, Akıp akıp durulmuştur, Ârif Sen’inle doymuştur Başkasıyla kanar mı hiç!” Alinti Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.