Renan Oluşturma zamanı: Nisan 24, 2013 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 24, 2013 İntihar Davranışında Ailenin Rolü intihar etmeİntihar eden veya intihara teşebüs eden kişilerde ailelerinin rolünün ne kadar önemli olduğunu biliyor musunuz? İntihar davranışı tehdit, düşünce, girişim ve ölümle sonuçlanan eylemler olarak geniş bir yelpaze içinde yer almaktadır. İntihar davranışının etyolojisinde aile yapısı, etkileşimi ve kişilerarası ilişkilerdeki sorunlar önemli bir yere sahiptir. İntihar davranışı ister bir düşünce, ister girişim ya da tamamlanmış bir eylem olsun aileyi derinden etkiler. İntihar davranışında ailenin rolünü araştıran pek çok çalışma vardır, ölümle sonuçlanan intihar girişimlerinin geriye dönük olarak ele alınışı ve metodolojik sorunlar araştırıcıları hayatta kalan intihar olgularının temel alındığı çalışmalara yöneltilmiştir. Bunun yanı sıra intiharlara göre girişimlerin oran olarak daha yüksek olduğu düşünülecek olursa araştırıcıların ilgi odağının intihar girişimi olması doğaldır. İntihar davranışının multifaktöriyel özelliği, çeşitli boyutlarda araştırmaya zemin hazırlamıştır. Genetik, biyolojik, psikolojik ve toplumsal alanda yapılmış pek çok çalışma vardır. Genetik ve biyokimyasal çalışmaların son yıllarda giderek arttığı görülmektedir. Bunun yanı sıra intihar davranışına ilişkin çalışmaların daha çok sosyodemografik özellikler, kişilik özellikleri ve tanı gruplarını temel aldığı dikkati çekmektedir (Aydın 1988, Brent1988, Bolger 1989, Birtchnell 1981, Friedman1984, Keitner 1987, Philip 1970, Roy, 1983,1985, Vinoda 1966). Tek yumurta ikizleri ile çift yumurta ikizlerinin karşılaştırıldığı ve evlat edinilmiş çocuklarla yapılan çalışmalar genetik çalışmalara örnektir. Çift yumurta ikizlerine karşılık tek yumurta ikizlerinin her ikisinde de intihar davranışı yüksek oranlarda görülmektedir. Evlat edinilmiş çocukların biyolojik ana babalarında intihar davranışının görülmesi intiharla ilgili etiyolojik çalışmalara katkıda bulunmuştur (Roy 1983, VVasserman 1989). İntihar davranışıyla ilişkili olduğu bilinen psikiyatrik bozukluklardan bağımsız olarak intihar davranışı yaşam stresi ile karşılaşıldığında muhtemel bir biyokimyasal predispozisyon yoluyla genetik bir geçiş ile açıklanmaktadır (Roy 1983). Bazı yazar ve araştırıcılar da intihar olgusunda sosyal faktörlerin rolü ve önemine değinmektedir(Lester 1967, Toolan 1962, Wenz 1981). Konuya ilişkin ilk çalışmalardan biri Durkheim'a aittir. Durkheim’in hipotezine göre evli kişilerde çocukların varlığı intihar davranışında koruyucu bir etkiye sahiptir (akt. Wenz 1981). Literatürde ailedeki çocuk sayısının ve çocukların doğum sırasının risk faktörü olarak ele alındığı çalışmalara rastlanmaktadır (Lester 1967, Toolan 1962).Araştırmacıların ilgisinin çocuk ve gençlerde görülen intihar girişimlerine yönelmesi ana babanın intihar girişiminde aile genişliğinin daha azarlaştırılmasına neden olmuştur. 60'lı yıllarda yapılan bir araştırmada intihar girişiminde bulunan kadınlarla kontrol grubu arasında çocuk sayısı açısından herhangi bir farklılık bulunamamıştır(Vinoda 1966). İntihar eden erkek deneklerle yapılan bir başka çalışmada benzer bir bulgu elde edilmiştir (Brede 1966). Bu çalışmalardan farklı olarak VVenz'in (1981) in çalışmasında intihar potansiyeli ile aile genişliği negatif bir ilişki göstermiştir. Birtchnell (1981) aile genişliği ile intihar riski arasında anlamlı bir ilişkinin rapor edilmediğinden söz etmektedir. Buna karşın Lester (1972) ana babanın intihar potansiyeline, çocuk sayısının ve çocukların varlığının etkisini araştıran yeterli istatistiksel çalışmaların olmadığını bildirmektedir. Varolan çalışma verileri intihar potansiyeli açısından çocuk sayısının önemli bir faktör olduğu konusunda şüphe uyandırmıştır. Peçlin (1977) sosyal yalıtım, evlilik ilişkisi ve aile genişliği ile depresyon arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Ailede sosyal ilişkilerin azalmasının yanısıra çocuğun olmaması depresyonda birlikte rol oynamaktadır. Aile üyelerinin ilişkilerinde bir uzaklaşma, bağlarda bir gevşeme ve yalıtım arttıkça depresif duygular ve intihar potansiyeli de artmaktadır. Tek bir değişkenden ziyade birden fazla değişkenin etkileşimi intihar potansiyelinde rol oynamaktadır, özellikle Varolan durum ailenin dengesinde bir bozulma meydana getiriyorsa risk artmaktadır. Aile bütünlüğünün değişkenleri intihar potansiyelinin en etkili yormayıcısıdır. Rol kargaşası ile birlikte evlilik sorunları, aile bütünlüğünde bozulma ya da tehditleri özellikle kadınlarda intihar riskini arttırmaktadır. Erkeklere göre kadınların intihar girişimi riskinin yüksek olması kadının toplumdaki yeri ve konumu ile ilişkilidir. Kadınların erkeklere göre yaşamlarında daha doyumsuz olması, depresyona eğilimleri, rollerinin toplumda engelleyici ve sınırlayıcı tavırlarla belirlenmesinden gelmektedir. Küey (1990)'e göre kadının toplumdaki nesnel güçsüzlüğü ve çaresizliği ile depresyondaki öznel çaresizlik duygusu arasında bir koşutluk söz konusudur. Küey geleneksel kadınlık rolünün en iyi somutlandığı evlilik kurumunda özverili anne, bağımlı eş konumunun depresyona yatkınlaştırıcı etkisi üzeride durmaktadır. Pommereau (1987) in intihar girişiminde bulunan kadınlarda yürüttüğü çalışmada, araştırma grubu içinde evli kadınların oranının yüksek olduğu saptanmıştır. Araştırıcı evli kadınların intihar davranışının evlilik çatışmasına ve eşleri ile yakın ilişkide çıkan sorunlara bir tepki olduğu görüşündedir. İntihar davranışı gösteren kadınların karşı cinsle ilişkilerinde 3 tema saptanmıştır. Bunlar, karşı cinsin eşini dikkate almaması, ilgisiz tavrı, sadakatsizliği ve şiddet içeren davranışı ya da fiziksel saldırganlığıdır. Kadının kendine zarar verici davranışı, kadın rolüne hazırlayıcı uzun sürelidir sosyalizasyon sonucudur. Kadınlar kendilik değerinin kazanılması ve kendini güvende hissetmesi açısından iç kaynaklarını kullanabilmede güçlükler yaşamaktadır. Kadınlarda görülen intihar davranışının özerklik açısından ele alınması gereği yadsınamaz. Kişilerarası ilişkilerde bağımlı kişilik özelliği sergileyen kadın eşinden ayrıldığında ya da yaşadığı ayrılık tehdidi sonucunda intihar davranışını bir iletişim aracı olarak kullanmaktadır (VVasserman 1989). Ayrıca intihar girişiminde bulunan kadınların eşi ile ilişkisinin özünde, eşe duyulan öfkenin kendine çevrilmesi ve kendine yönelik saldırganlığın sevdiği kişi ya da eşi tarafından önlenmesi fantezileri yatmaktadır (Pommereau 1987). Bu bir anlamda yardım çağrısı niteliğindedir. Birtchnell (1981 )'in intihar girişiminde bulunan kadınlarla yürüttüğü çalışmasında, kadın deneklerin bağımlı kişilik özellikleri, yoğun evlilik sorunları olduğu, çok kardeşli ailelerden geldiklerime erken çocukluk döneminde anne kaybı yaşadıkları saptanmıştır. VVasserman (1989) inintihar girişiminde bulunan yetişkinlerle yaptığı çalışmasında, Birtchnell (1981) çalışmasında saptanan bulgulara benzer bulgular elde edilmiştir Çalışma grubunun geçmiş öyküsünde çocukluk döneminde ölüm, boşanma ile yaşanan yoksunluk, aile üyelerinde intihar ya da intihar girişimi, alkol bağımlılığı ve kaotik bir ev yaşantısına bağlı deste kazlığı saptanmıştır. VVasserman (1989)'a göre yetişkinlik döneminde yakın ilişkide yaşanan kayıp tehditleri erken çocuklukta yaşanan yalnızlık duygularını alevlendirmek suretiyle kişiyi intihar davranışına yöneltebilir. Kişinin önem verdiği tekbir ilişki varsa, bu yakın ilişki içinde kendilik değeri yükseliyorsa ve destek sistemleri azsa, bu ilişkide çıkan sorunlar kişinin yaşama tek başına devam edemeyeceği algısını güçlendirmek suretiyle intihar davranışına itebilir (VVasserman 1988). Kişiler arası ilişkide, ilişkinin niteliği kişinin çevreden sağladığı destek, bu desteğin doyum sağlayıcı olup olmaması bunlara kişinin yüklediği anlam intihar riskinde önem taşımaktadır. İntihar davranışının açıklanmasında aile üyelerinin kaybı ya da tehdidinin rolü üzerinde araştırıcı ve yazarlar görüş birliği içindedir. Araştırma bulguları, intihar potansiyeli açısından erken yaşlarda yaşanan ana baba kaybının önemine işaretletmektedir (Adam 1981, 1982, Birtchnell 1981,Brene 1990. Brooksbank 1985, Ekşi 1990,Farberovv 1983, Lloyd 1980, Roy 1983,VVasserman 1988, 1989). Kayıplar ister ölümle, ister boşanma ve ayrılma ile olsun intihar davranışı gösteren kişilerin ailelerinde parçalanmış ailelerin oranı yüksektir. Adam (1981)'in intihar girişiminde bulunan üniversite öğrencileri ile yürüttüğü kapsamlı bir çalışmada kontrol grubuna göre girişimi olan gençlerin yaşamlarında parçalanmış ailelerin varlığı oran olarak yüksek bulunmuştur. Adam(1982)'in çalışmasında kayıplar iki yaş ranjında daha çok görülmüştür. Gencin hayatındaki önemli kişilerden birinin yokluğu erken çocukluk dönemine ait olan 0–5 ve 17–20 yaş ranjında bir yığılma göstermiştir. İntihar davranışı gösteren gençlerin gelişimsel ödevlerinin erken yaştaki kayıplardan daha çok etkilendiği ve kayıpların yetişkin yaşamında depresyon ve intihara yatkınlaştırıcı etkisi bildirilmektedir (Adam 1982,Lloyd 1980, Roy 1983). Cinsler açısından erken kayıplara bakıldığında kızların erkeklere göre ana babanın kaybından daha çok etkilendiği saptanmıştır (Adam 1982). 11 yaştan önce genç ya da çocuk için önemli kişilerin kaybı intihar davranışına hazırlayıcı bir faktör olarak görülmektedir (Adam 1981, Brene 1988, Fine1986, Friedman 1984, Lloyd 1980, Pfeffer 1986,Roy 1983, Sonuvar 1990, VVasserman 1989). Erken yaşlarda yaşanan ana baba kaybı daha ileri yaşlarda olan kayba, boşanma ve ana babanın intiharı ile gerçekleşen kayıplar doğal ölüm sonucu aile birliğinin bozulmasına göre intihar davranışı ile daha anlamlı bir ilişki göstermektedir (Friedman1984, Pfeffer 1986, Roy 1983, 1985, VVasserman1989).Kayıplar ailenin dengesinde uzun süreli bir bozulmaya yol açıyorsa intihar potansiyeli artar. Ancak kayıp öncesi ve sonrası aile içi iletişim vesilede süregelen sorunlar kriz durumunun geleceğini belirler. Ailede Varolan bir dengesizlik kaybın oluşturduğu kriz ile baş etmede güçlük yaratır. Ailenin uyum mekanizmalarının kullanımı krizi önleyebileceği gibi, bir süreklilik de kazanabilir. Risk gruplarında intihar davranışına yönelten dramatik bir krizin varlığı gereklidir. Ancak risk gruplarında intihar ya da girişimin mutlaka görülmesi gerekmez. Dramatik bir krizle birlikte bu krizin üstesinden gelinemeyeceği konusunda olumsuz bir bilişsel değerlendirmenin yapılmış olması intihar potansiyelini arttırmaktadır. Bir kayıp yaşansın ya da yaşanmasın intihar davranışı gösteren gençler bozuk aile Ortamlarından gelmektedir, özellikle gençlerle yapılan çalışma sonuçları mutsuz, dengesiz çatışmalı bir ev ortamının varlığı konusunda birleşmektedir (Adam 1982, Bolger 1989,Brooksbank 1985, VVright 1985, Eğilmez 1988).Literatürde intihar girişiminde bulunan kişilerin aile öyküsünde ruhsal bozukluklar, alkol kötüye kullanımı, intiharlar, ana baba arasında uzun süreli vurucu kırıcı ilişkiler sıklıkla bildirilmektedir(Brooksbank 1985, Bolger 1989, Brent 1988, Eksi1990, Roy 1983, 1985, Sonuvar 1990,VVasserman 1989). İntihar girişimi olan gençlerle yapılan çalışmalarda ana-baba arasındaki çatışmaların yoğun, çocuk yetiştirme tutumlarının tutarsız olduğu bildirilmektedir. Gençler ise sorunlarını aileleri ile paylaşamadıklarını, aileden destek göremediklerini ve iletişim güçlüklerini bildirmişlerdir. Gençlerin ana babaların sert, sevgisiz, red edici olarak algıladığı görülmektedir(Keitner 1987, Eğilmez 1988, VVright 1985, Bolger1989, Stivers 1988, Fine 1986, Friedman 1984).özellikle aile ortamında ana-babanın vurucu kırıcı davranışları, ana ya da baba da alkol bağımlılığı ve cezalandırma yöntemi olarak dayağın kullanımı saptanmıştır (Eğilmez 1988, Sonuvar 1990, VVright1985) Ekşi (1990)'da intihar girişimi ile ailede saldırgan davranışlar arasındaki ilişkiye değinmektedir. Yazara göre çocuk ya da genç bırakılmış, terk edilmiş, reddedilmişlik duyguları yaşıyorsa intihar davranışı görülebilir. İntihar girişiminde bulunan yetişkin ya da gençlerin ailelerinde benzer özellikler görülmekte olup, aile içi sorunlar çok az değişiklik göstermektedir. Aile işlevlerinde uzun süreli bir bozukluk söz konusudur. Bu aileler değişime açık olmamaları, aile üyelerinde rol çatışmaları, aile dışı ilişkilerin kurulamaması, aile içi iletişim bozuklukları ile belirlenen kapalı bir sistemdir (Bunch 1972,Farberovv 1983). Literatür gözden geçirildiğinde intihar davranışı gösteren gençlerin ailelerine ait özellikler şu şekilde özetlenmiştir. — Anne baba kendi özerkliklerini elde edememiş, kendi anne ve babalarına bağımlılıklarını sürdüren(Pfeffer 1986, özbay 1990) kendilik değeri düşük, yetersiz, kolay incinebilen, intihar riski taşıyan, alkol kötüye kullanımı ya da bağımlılık sorunları olan kişilerdir (Farberovv 1983, VVasserman 1989, VVright1985). — İkircikli, çatışmalı bir eş ilişkisi, ilişkinin bağımlılık üzerine kurulması ve ayrılma kopma tehditlerinin her zaman var olması (Brooksbank1985). — Ana babanın bilinçli ve bilinçsiz duygularını çocuğa yansıttığı, yoğun öfke ve saldırgan davranışların gence yöneltildiği, ana baba çocuk ve eşler arasında kronik bir çatışmanın süregelmesi(Rosenbaum 1970). — Gencin gelişimine paralel olarak ana babanın tepkilerini değiştirme yetersizliği ile belirlenen bir etkileşim (Pfeffer 1986). — Simbiyotik bir ana baba çocuk ilişkisi, özellikle anne ile olan bu ilişki biçiminin sürekliliği vetocuğun gelişimini engelleyici tavır alış. • Katı bir aile sistemi; üyelerdeki değişikliğin yoğun aksiyete ve tehdit olarak algılanması. Aynı şekilde düşmanca duygular, aile üyelerinin empatik ve destekleyici tavrını engellemektedir. Açık bir iletişimin olmadığı bu ailelerde kişisel başarılar ya da özerk bir davranış ayrılma ya da ölümle eş tutulmaktadır (Rosenbaum 1970). Literatürde intihar davranışı gösteren bir üyesi bulunan ailelerin işlevselliğine ait çalışmalar giderek artmaktadır (Keitner 1987, Gür akar 1991).İntihar girişiminde bulunan grup, bulunmayan gruba göre aile işlevlerini oldukça bozuk algılamaktadır. Bireyin ailesini algılama biçimi intihar olgusunun etiyolojisine katkıda bulunabilir. Palabıyık oğlu (1991) tarafından yapılan çalışmada intihar girişiminde bulunan bireylerin aile işlevlerini nasıl algıladığı ve normal gruptan farklılığı ele alınmıştır. İntihar erişiminde bulunan denekler ailelerinde destek, hoşgörü sevgi ve ilgi yetersizliği algılamaktadır. Çalışmanın bir başka bulgusu ise üyelerin gelişimini sağlayacak aile içi rollerin iyi belirlenmediği ve üyelerin savunucu iletişim biçimini benimsemeleridir. Problem çözümünde yetersiz olarak algılanan bu ailelerde psikolojik ve sosyal tehditler karşısında katı ve düzensiz bir tavır alınmaktadır. Bu bulgular alanda yapılmış diğer araştırma bulguları ile paralellik göstermektedir. Giderek toplumları tehdit eden bir sorun halini alan intihar olgusu çeşitli boyutlarıyla yazar ve araştırıcılar tarafından ele alınmıştır. Aile üyelerinden birinin intihar sonucu ölümü, yaşayanlar üzerinde derin izler bırakmakta verilenin dengesini ciddi biçimde sarsmaktadır. Konuyla ilgili yazar ve araştırmacıların ilgi odağı, intiharla ölümün ardından yaşayanların tipik davranışını tanımlamak ve patolojik olan tepkilerden ayırmaktır. İntiharla ölen kişinin yakınları şok yaratan bir ölümün incinme tik yaşantısını paylaşmaktadır. İntiharla ölüm, doğal ya da hastalık sonucu ölümden farklı bir niteliğim sahiptir. Bu kişiler herhangi bir tıbbi tanı ve hastalıkta kötü bir gidiş olmaksızın çevrenin bazı beklentilerinin yanısıra sorunları ile baş başa kalmaktadırlar. Literatürde intiharla ölümün ardından hayatta kalan aile üyelerinde suçluluk, utanç ve bu davranıştan kendilerinin sorumlu tutulacağı kuşkuları bildirilmektedir, özellikle genç aile üyesinin ölümünün ardından ailede depresyon, yâdsıma, (Valenle 1981) ve düşmanlık(Rosenbaum 1970) duyguları yaşanmaktadır. Ölümü engelleyememenin getirdiği kendilik değerinde azalma sonucu aile üyeleri kendilerini başarısızlığa uğramış kurtarıcılar olarak algılamakta ve ölümün önlenebileceği düşüncesine ısrarla sarılmaktadır. Valente (1981) genç çocukların ölümden sonra8 haftalık bir grup tedavisi sürecinde bir araya gelen ana-babaların tepkilerini 4 grupta toplamıştır. 1- Çevre tarafından yasm engellenmesi: Çevrenin "unut artık", normal yaşama dönmelisin"mesajları, intiharın konuşulmasının engellenmesi ana babalarda kon füzyon, yetersizlik ve suçluluk duyguları uyandırmaktadır. 2- Alışılmış baş etme mekanizmalarının kullanılamaması: Daha önce kayıpla baş etmebecerileri ve öğrenilenler yetersiz kalmaktadır. Yeni uyum mekanizmalarının geliştirilmesi ise kişinin kendisi ve çevresi tarafından engellenmektedir. Eşin acı çekmesini engellemek amacıyla acının paylaşılmasından sakınılmaktadır. Ölümün ardından hemen iş hayatına dönmek de sıkıntıya azaltmak yerine arttırmaktadır. İş hayatında verimlidir çalışmanın yürütülememesi Varolan sıkıntı ve çatışmayı katlamaktadır. Baş etme yolu olarak duyguların sözelleştirilmesi seçildiğinde ana-baba kendi aralarında iletişimi bir biçimde kesmektedir. 3- Arkadaş çevresi ve aileden kendini çekmek, yalıtım: Ana babalar diğer çocuklarını da kaybetme korkusuyla kendilerini sosyal çevreden çeker ve yalnızlığa itilirler. Grup süreci içinde bazlana babalar kendilerini bulaşıcı bir hastalıkları varmış gibi izole ettiklerini bildirmişlerdir. Böyle bir yaşantı içinde kişiler kendilerine yabancı ancak destekleyici kişilere yönelmişlerdir. Ancak yardım kaynakları suçluluk duygularını azaltıcı ve rahatlatıcı olmadığında hayatta kalan aile üyeleri giderek yalnızlığa itilmektedir. 4- Ana baba kimliğinde kriz ve kişisel kontrol: Aileler engelleyemedikleri üzüntülerine ek olarak ana-baba rolleri konusunda da endileşelenmeye başlarlar, özellikle gence sınır koymak, engellemek açısından disiplin sorunları yaşanmaya başlanır. Ana-baba rolünün tekrar kazanılması ve kontrolün sağlanması suçluluk duygularına yol açar. Bu da ailenin problem çözümünü engelleyici bir faktör olmaktadır. Winch (1981) aile üyelerinden birinin intiharla ölümün diğer üyeleri nasıl etkilediğini ele almış ve75 danışanla yürüttüğü çalışmasında yas tepkilerini3 grupta ele almıştır. VVinch'e göre bu tepkiler bireysel farklılıkları açıklamada yeterli olmasa bile yas olgusunda kimlerin ve hangi aşamada yardıma gereksinim duyduğu konusunda yol göstericidir. 1- Beklenilen Yas: Bu grupta bulunan bireyler çalışma grubunun küçük bir bölümünü oluşturmuştur. Ölen kişinin sorunlarına kişi hayattayken aktif katılımdan vazgeçmişlerdir. Beklentilerin gerçekleşmeyeceği ve gidişat konusunda umutsuz olan bu bireyler sorunu kronik olarak görmektedir. İntihar eden kişi aile sisteminin aktif bir parçası değildir. Ailede onsuz bir hayata hazırlık yapılmaktadır. Bu üyeler intiharın arkasından kişisel sorumluluk almadıkları için kısa sürede uyumunu tekrar sağlamıştır. 2- Umut Edilmeyen Yas: Bu grubu oluşturan bireyler, ilaç, alkol bağımlılığı gibi ruhsal bozuklukları, tekrarlayıcı intihar girişimleri ve hastaneye yatışın getirdiği sorunları intihar eden kişi ile paylaşmışlardır. Ölen kişi ile yakınları arasında yardımlaşma henüz sürdürülmektedir. Aile üyeleri daha önce yaşanmış bir intihar davranışı ile karşılaştıkları halde "onsuz bir yaşamla"yüzleşmeye hazır değildir, ölen kişinin sorunlarının ve güçlüklerinin varlığı kabul edilmiştir. Ancak ölüm sonrası "eğer böyle yapsaydım sendromu"kaçınılmaz ölüme tepki vermektedir. Bu grubun özellikleri suçluluk duyguları ve çevreye duyulan öfke olarak tanımlanmaktadır. 3- Ani Karşılaşılan Ölüm: Bu grubun ilk iki gruptan farklılığı, ölen kişinin ilk intihar denemesinin ölümle sonuçlanmasıdır, ön belirtisi olmayan bir intihar olgusu ile karşılaşan aile üyelerinde yadsıma mekanizması sık kullanılmaktadır. Ölümü kabullenme ve bunun özellikle intiharla olması, kabulü iyicene güçleştirmektedir. Suçluluk, öfke ve birlikte yaşananlardan gerçeğin parçalarını tamamlama eğilimi bu grubun yaşaması gereken ağır duygusal sorunlardan biridir, ölüm öncesi bazı olayları intiharın nedeni olarak algılama, anlam yükleme gereksinimi bu grubun özelliğidir. Yardım alma gereksinimi içinde olan ve duyguların en şiddetli yaşandığı gruptur. Günümüzde özellikle gençlerde giderek büyüyen bir sorun halini alan intihar olgusu çeşitli boyutlarda ele alınmıştır. Yazar ve araştırıcıların konuya yaklaşımı ve intihar davranışını açıklama çabaları yoğun olarak sürmektedir. Araştırmacıların görüş birliğine vardığı risk faktörlerinin yanı sıra bu konuda farklı bulguların elde edildiği çalışmaların sayısıda az değildir. Literatürde intihar davranışının etiyolojisinde aile değişkeni önemli bir yere sahiptir. İntihar davranışında çocuk ya da gencin gelişimi ve aile etkileşiminin niteliğini belirleyen ana babanın kaybının, yaşam olaylarının aile sisteminde oluşturduğu organize yokluğunu araştıran birçok çalışma yapmıştır. Ancak bunlar dünden bugüne çalışmalar olup alanda kaybın etkilerini araştıran uzunlamasına çalışmaların eksikliği duyulmaktadır. Ailenin işlevselliğini ve aile etkileşiminin örüntülerilerini saptayan sistematik, deneye dayalı çalışmaların az olduğu görülmektedir. İntihar davranışının aile dinamigi açısından ele alınması da az araştırılan konulardan biridir. Bu alanda yapılmış çalışmaların daha çok vaka çalışmaları olduğu görülmektedir. Bazı yazarlar ve araştırıcılar intihar düşüncesi, girişimi ve intiharla ölüm olaylarında en önemli suçluyu aile olarak işaretlemektedir. Ancak intihar olgusunda henüz aydınlanmamış yönler vardır. Alanda yapılacak her çalışma intihar davranışını yordama ve önleme faaliyetlerine tedavinin planlanmasına katkıda bulunacaktır. Genetik, biyolojik, psikolojik ve sosyal yönleri ile intihar olgusunun ele alınması, risk gruplarının tanınmasında önem taşımaktadır. İntiharı önleme programlarının planlanmasında, birincil önleme açısından ailenin önemi yadsınamaz öte yandan intiharla ölüm sonucu aileler taşımakta güçlük çektikleri duygusal bir yük ile yüz yüze gelirler. Bu ailelerin yardıma gereksinimleri açıktır. Bu aileleri ikincil önleme faaliyetleri içinde yer alan Kriz ve krize müdahale ilkeleri doğrultusunda yaklaşımının uygun yardım yollarından biri olduğu görülmüştür. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.