İη¢ιѕєℓ Oluşturma zamanı: Aralık 17, 2015 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 17, 2015 Önü sıra sürüklediği kurşunî bulutlarla ufuktaki dağları silerek Ege Denizi’ne, ağlamaklı bir şubat akşamı iniyordu. Oldum olası güneş yüzü görmemişe benzeyen gün batıda, bir damla kızıllık yoktu. İmbat düşmüş, yaşlı şilepte rüzgâr ıslıklarının yerini, yorgun makinelerin ıslak hırıltısı, zangırdayan gövdenin demir gıcırtısı almıştı. Güvertede fıçılarda sandıklar karmakarışık, bütün demirler paslı, donanım ipleriyle brandalar lime limeydi. Savaş sırasında batarak armatörüne umduğu sigorta parasını kazandırmadığından, gemi yıllardır yüzüstü bırakılmış, bu sebeple on bir mil olan yolu, altı mile düşmüştü. Barselona’dan kalkalı on beş gün oluyordu. Rüzgârla sürüklenmese bu kadar zamanda bile, burasını -Midilli adası önlerini- tutacağı şüpheliydi. Kâğıtları buğday, kuru yemiş, tuzlu balık taşıdığını yazıyordu ama, mavzer tüfekleri, ağır makineli mermileriyle tıka basa dolu ambarlarında, Bolşeviklere yenilerek Kırım’a doğru çekilen General Vrangel’in ak ordularına kaçak silah götürüyordu. Kâmil Bey, seçmeye çalıştığı karaltının serseri torpil olmadığını anlayınca soluğunu hırsla boşalttı, var gücüyle sıktığı için sızlamaya başlayan parmaklarını gevşetti. 1914 Dünya Savaşı karışıklığının, mütarekeden iki yıl sonra bile, eski bir şilepte böyle sürüp gitmesi, akıl alır şey değil. Daha geçen ay, bir İspanyol gemisi, Bozcaada önünde serseri torpile çarpmış, bir İngiliz torpidosu imdada yetiştiği halde, içindeki iki yüz elli kişiden ancak yüz kişi kurtulabilmişti. Bu olayı, ölümü kanıksamış alaycı Fransız süvariden dinledi dinleyeli, gündüz güvertede böyle gözcülük ediyor, geceleri de en küçük parıltılarla uyanıp sıçrıyordu. “Serseri torpille çarpan gemide olaydık, karımla kızımı n’apar yapar kurtarır mıydım? Niçin kamil ailesi kurtulan yüz kişinin arasında bulsun da, bu oğlan yüz elli kişiden üçü olmasın?” Bu soruları ne zaman kendi kendine sorsa, ürküp sarsılmakta, hazır güçleri kadar akıllarına da güvenen cesur erkeklerin kesin inancıyla, "Kurtarmanın yolunu bulurdum yüzde yüz” demekteydi. Eskiden olsa, bunu bir kez sorup bir kez karşıladı mı, bir daha üstünde durmazdı. Son birkaç yıldır, kimi durumlarda eski güvenini eski kesinlikle bulamıyor alışmadığı bu düşman tedirginliği bir türlü yüreğinden söküp atamıyordu. Kâmil Bey, Abdülhamit’in en zengin vezirlerinden Selim Paşa’nın tek çocuğuydu. Genç yaşında çok büyük bir mirasa konmuş, buna dayanarak, her şeyde, -aile reisliğinde bile- gerçek amatör sporcu ölçüleriyle onurlu yaşamıştı. Tutumlulukta, eli açıklıkta, ataklıkta, ihtiyatkârlıkta, gururlulukta, alçak gönüllülükte, hatta sevgide, düşmanlıkta amatör sporcu doğruluğuyla davranır, hangi zor altında bulunursa bulunsun, bu ölçüyü bozmayacağına güvenirdi. Ruh gücünün, soyluluğunun, bilgisinin olağan sonucu saydığı soğukkanlılığını da çocukluğundan beri korumaya çalışmış, en tehlikeli durumlarda telaşını bastırıp kimseden yadım istememeye kendisini alıştırmıştı. Gördüğü karaltılarının torpil olup olmadığını daha kolay anlamak için dürbününü kullanmaması, batan geminin hikâyesini dinledikten sonra telaşlandığını, çevresine, öncelikle de karısı Nermin’e, sezdirmek korkusundandı. Bu inadına da ayrıca kızıyor, uzun süren Dünya Savaşı’nın yaşayışını altüst ederek sinirlerini bozduğundan enikonu ürküyordu. Savaş patladığı zaman -1914 Ağustos başlarında- Saint-Tropez’de, bir İspanyol prensi ahbabının yatındaydılar. Karısı dört aylık gebeydi. Kâmil Bey, ne yapacağını kararlaştırmak için, durumu her yanıyla ölçüp biçti. Olayları birer birer gözden geçirdi: Osmanlı İmparatorluğu, son altı yılda, “10 Temmuz”, “31 Mart” gibi iç sarsıntılar, “Trablus”, “Balkan” gibi utandırıcı yenilgiler geçirmişti. Başlayan savaşta hiçbir çıkar hesabı olamazdı. Tersine, uzun süredir, kendisini aralıksız tartaklayan büyük devletlerin kıyasıya kapışmasını fırsat bilip biraz soluklanması, derlenip toparlanmaya çalışması gerekti. Bu açıdan bakılırsa, savaş dışı kalacak, hiç değil, bunun için var gücüyle çabalayacak, dünyadaki kuvvet dengesi de bu yolda başarı sağlamasını kolaylaştıracaktı. Yattaki konukların hemen hepsi, kanlı boğuşmalardan, doğrudan doğruya çıkarlı görünmeyen, ayrıca “para konuşmayı” ayıp sayan Batı soylularıydı. Sözü bir etmişler gibi, “Bu çılgınlık uzun süremez” diyorlardı. Bu pasaj, İthaki Yayınları'nın Esir Şehir İnsanları - Kemal Tahir adlı kitabından alıntıdır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.