İη¢ιѕєℓ Oluşturma zamanı: Aralık 24, 2015 Paylaş Oluşturma zamanı: Aralık 24, 2015 Ağaç rüzgârla sallanır, bulut bir şeye benzer sonra benzemez, at asfaltta kayıp düştüğünde ne acıdır hayat ve günler geçer. Günler geçti. Bahar iyiden iyiye geldi. Gökyüzünde ebabiller icat olundu. Yayınevinden haber yoktu. Cemil editörle konuşmayı sürdürüyordu. "Editör Hanım, sizden haber bekliyorum. İki ay oldu. Her telefon beni heyecanlandırıyor: Bir haber gelecek! Zaman kaybı olarak görüp sinirlendiğim şeyler artık bekleyişi kolaylaştırdığı, zamanın çabucak geçmesini sağladığı için beni sevindiriyor. Düşünsenize, alt kattaki komşunun torunuyla saatlerce zaman geçiriyorum. Onu dinliyorum, yazdıklarını okuyorum ve karşıma alıp konuşuyorum. Böylece günler geçiyor: Bir haber gelecek! Editör Hanım, biliyorum dosyamı reddedeceksiniz. Müdürünüz arayacak ve 'İnanın karar vermekte hiç bu kadar zorlanmamıştık! Bizi çok güç bir durumda bıraktınız Cemal Bey, yayın kurulumuzu resmen ikiye böldünüz!' diyecek. Ona adımın Cemal değil Cemil olduğunu hatırlatmayacağım, yayın kurulunuzu ikiye böldüğüm için özür dileyeceğim. Müdürünüzün başlattığı kibarlık müsameresini sürdüreceğim. Hem bana, gerek olmadığı halde özür dileyerek iyi insan olma fırsatı verilmiş, neden tepeyim! Ben sizinle böyle müsamereler sergilemek istemiyorum. Her şeyi açıkça konuşalım. Dosyamı yayımlamazsanız edebiyatımız hiçbir şey kaybetmiş olmayacak, bundan eminim. Ama edebiyatçıların sırf kendi manasız amaçları için yarattıkları o edebi kahramanlardan birini, sayılarının artması dünyamız açısından pek de hoş olmayan o edebi yaratıklardan birini daha, siz ve yayıneviniz kendi elinizle toplu konutların kaldırımlarında salmış olacaksınız. Oysa bazı şeylerin kitaplarda kalması gerekir. Yazarların çok sevdiği şu ‘yazar olmayı başaramamış’ Öykü ve roman kahramanlarından söz ediyorum. Edebiyat tarihi bu tür kahramanlarla dolu. Neden tercih edildikleri açık değil mi? Yazarlar, sıradan roman kahramanlarının duyarlılığıyla erişemeyecekleri dip köşelerde bu yazar olamamış kahramanlar sayesinde pek rahat dolaşabiliyorlar. Ayrıca, yine söz konusu kahramanların yazmaya çalıştıkları ya da yazıp yayımlatamadıkları kitaplar icat ederek ve güya bu kitaplardan alıntılar yaparak söylemesi zor şeyleri, üstelik eleştiriden muaf kalma lüksüyle söyleyebiliyorlar. Hatta bazı yazarlar kalemi tamamen kahramanlarına teslim ediyor; kitabın sonuna geldiğinizde aslında roman kahramanının yayımlatamadığı kitabını okuduğunuzu anlayıveriyorsunuz! Evet, kitabı basılmayan yazarlardan iyi birer roman kahramanı oluyor. Eminim benden de olur: Usta bir satranç oyuncusuyum üstelik paleontolojiye de meraklıyım. Oysa Editör Hanım, ben çocukluğumdan beri şair, yazar olmak istedim. Bunun iki nedeni var. Birincisi babamın bir şair arkadaşına çocukken yaptığımız ziyaretin iz bırakan hatırasıdır. Şairin konuşması, giyimi, Botanik Parkı’na bakan evi, duvarlardaki resimler ve kitapla dolu çalışma odası... Büyülenmiştim. Bu hatıra da başka pek çok hatıra gibi gerçeğin bir hayli çarptırılmış bir biçimiydi, zaten biz insanların saf gerçekle pek işi olmaz. Gerçekler av hayvanları içindir. Balıklar örneğin, hayatta kalabilmek için neyin gerçek neyin yalan olduğunu bilmek zorundadır, geyikler de öyle. Her neyse gerçek ya da değil, hatıra büyülüydü. Büyü sürsün istedim çünkü büyü sürsün isteriz. Şair, yazar olmak istememin ikinci nedeni yine çocukken babamın bana anlattığı ve durmadan anlattığı acı, keder, sıkıntı dolu şeylerdi. Annemi ben daha altı yaşındayken kaybetmiştik. Zavallı adam, annesiz bir çocukla baş etmenin en iyi yolunun çocuğu hızlı olgunlaştırmak olduğunu düşünüyordu. Beni kendi acılarının suyuna batırıp çıkardı. Babamın düğüm düğüm olmuş dünyasını kendi dünyammış gibi algılamaya başladım: Çocukken kafatasımız yumuşaktır. Okulda arkadaşlarımla birlikteyken, sokakta insanların arasındayken aklımda babamdan duyduğum uzun ve kederli cümleler olurdu uzun sırıklar gibi üzerine basarak yürüdüğüm, cambaz derlerdi bana, soytarı derlerdi, yazar olacağımı söylerlerdi; bu üçü çoğunluk için aynı şeydi. Rahatlatırdı beni bu düşünce: Uzun sırıkların üzerinde koşarak geçiyorum insanların, dünyanın dertlerinin arasından, yazarmış, soytarıymış fark etmez. Siz de bilirsiniz, anlatmaya değer şeyleriniz olduğunu, bir gün bunları anlatacağınızı, yazacağınızı düşünmek ne güzeldir ve düşünce bir kez yer etti mi nasıl da perişan eder insanı! Şu dünyadaki en yüksek mertebe olan okurluk mertebesi size yetmemeye başlar. İnsan olmak size yetmemeye başlar. Dünya olmak istersiniz. Önce şiirle başladım. İçimde, derinlerde, sözcüklerin olmadığı, anlamın yarasa gibi oraya buraya çarparcasına uçtuğu kapalı bir yer olduğunu hissediyordum, şiirle oraya inileceğini hayal ediyordum, ne de olsa aşağıya doğru alt alta yazılır dizeler. Ama şiir yazmak anlatmak demek değildir yoktan yaratmak demektir. Editör Hanım, sizi temin ederim, içinde üçkâğıt barındırmayan bir şiir yazmak için kalemi eline alan insan varını yoğunu ortaya koymak zorundadır, sonunda bir deri bir kemik kalıverir dünyanın ortasında. Yıllarca uğraştıktan sonra şiiri bıraktım, olmuyordu. Çok şükür bunu görebilecek olgunluktaydım. Hâlâ arada sırada şiir defterimi çıkarıp yirmili yaşlarımda yazdığım şiirlere şöyle bir bakarım: keman çalar gibi bir mahcubiyet ve Marlon Brando hayranlığı. Şiirle uğraşırken, bir yandan da Nazlı’nın içinde kaybolacağı bir roman yazmayı hayal ediyordum çünkü ben de onu içime almak istiyordum. Erkekler de kadınları içlerine almak ister. Nazlı’nın başını ne zaman göğsüme bastırsam, saçını koklasam, isterim bunu. Editör Hanım, yazarak, hikâyeler anlatarak bir kadını içinize alabilirsiniz ve başka biri olabilirsiniz. Saygılarımla...” Bu pasaj, İletişim Yayınları'nın Barış Bıçakçı - Sinek Isırıklarının Müellifi adlı kitabından alıntıdır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.