Jump to content

Padişah Olana Hazine Gerektir !..


Renan

Önerilen Mesajlar

Osmanlılarda biri devlete, diğeri padişaha ait olmak üzere iki çeşit hazine vardı.

Padişahlar, muazzam hayır eserlerini kendi servetleriyle yaptırmışlardır.

 

Osmanlı devlet hazinesine Hazine-i Âmire veya sarayın dış kısmında olduğu için Bîrûn Hazînesi (Dış Hazîne) denir. Topkapı Sarayı’nda orta avludadır. Başında defterdar bulunur. Padişahın da ayrıca bir hazinesi vardır. Buna Ceyb-i Hümâyun Hazînesi veya Harem-i Hümâyun Hazînesi denirdi. Sultan II. Mahmud’dan itibaren Hazîne-i Hâssa denmiştir. Hazîne kâtibitarafından idare olunur.

 

Padişahın hususî hazînesinin gelirleri şunlardır:

 

1-Her ay Divan-ı Hümâyun’dan padişaha verilen 50 bin akçe;

 

2-Padişaha ait arazilerin kirâsı;

 

3-Padişah vakıflarının gelir fazlası;

 

4-Saray hasbahçeleri mahsulâtının satışından gelen hâsılât;

 

5-Para basma karşılığı alınan ücret;

 

6-Ganîmetlerin şer’an padişaha ait olan yirmişbeşte biri;

 

7-Bazı hususi mâdenlerin hâsılatı;

 

8-Padişahın kölesi statüsündeki devlet adamlarının vefatlarında vâris sıfatıyla padişaha bıraktığı miras;

 

9-Mısır’ın senelik gelirinden artan miktar;

 

10-Yüksek memurların tayininde ödenen harçlar.

 

 

Bu vesileyle padişahlar mühim mikdarda servet sahibi olmuşlardır. Sarayın hususi masrafları, câmi, çeşme gibi hayır eserleri, Hicaz’daki mübarek yerler için gönderilen hediyeler, surre alayının masrafları, liyâkat gösterenlere verilen atıyyeler, yabancı hükümdarlara gönderilen hediyeler; harem halkının maaşları hep buradan karşılanır.

 

“Altın keselerini sefer yerine kadar dizsem, yeter”

 

Önceleri iki hazine vardı. Sonraları fevkalâde harb masraflarını karşılamak üzere yine padişaha ait ve hazînedarbaşına bağlıİhtiyat Hazînesi kuruldu. Sarayın üçüncü avlusunda olduğu için Enderûn Hazînesi veya İç Hazîne denildi. Bu hazîneye, manevî değeri olan bazı eşya ile muharebelerde ele geçen bazı kıymetli şeyler, koşum takımları, hil’at ve kürkler ve vefat eden padişahın geride bıraktığı mallar da konuldu. Bu hazînenin muhafazası için Yavuz Sultan Selim zamanında ilk teşkilât yapıldı. Burada saklanan sikke ve külçeler, kıymetli eşya ve mücevherat, ihtiyaç duyulduğunda darphâneye gönderilerek para hâline getirilirdi. Kanuni Sultan Süleyman zamanında iç hazîne gelen parayı almadığı için, Yedikule’de bir şubesi kuruldu. Sultan III. Murad zamanında İç ve Dış Hazîne dolu olduğu gibi; Yedikule dahi dolu idi.

 

İç Hazîne, her padişah tahta çıktığında, ayrıca ayda bir defa kethüdâ tarafından gözden geçirilir; eskilik gibi bir sebeple elden çıkarılması gereken eşya mezat yoluyla satılır. Sonra hazırlanan defterler mühürlenip padişaha takdim olunur. İç Hazîne,teberrüken (uğur sayılarak) Yavuz Sultan Selim’in mührüyle mühürlenir. Çünki bu padişah demiştir ki, “Benden sonra kim hazîneyi altın ile doldurursa, onun mührüyle mühürlensin. Aksi takdirde benim mührümle mühürlensin!”.

 

Hazîne dairesine girmek ve mal çıkarmak merâsime tâbidir. İçeri toplu halde girilir; eller cebe sokulmaz. Padişah bile buradan bir eşya istediği zaman, aldığına dair makbuz imzalar; tekrar iade ettiğinde de makbuz alır. Sultan Vahîdeddin’in, okumak üzere aldığı ve mahfazası kıymetli taşlarla süslü Kıyâmetnâme adlı kitabı ve “o ay çalışmadığı” gerekçesiyle 14 bin liralık maaşını İstanbul’dan ayrılırken iade edip makbuzunu aldığı bilinmektedir. İç Hazîne, Cumhuriyetin ilânından sonraTopkapı Sarayı Müdürlüğü’ne bağlandı.

 

Dış Hazîne’nin parası masraflara yetmezse, İç Hazîne’den ödünç alınır. Bu para karşılığında sadrazam, iki kazasker şâhidliğinde sened verir. Muharebelerden dolayı bu borç çok zaman kapanmamıştır. Parasızlık sebebiyle İç Hazîne’de bulunan ve şer’î sebeplerle kullanılmayan altın ve gümüş kaplar darphaneye götürülüp para kestirilirdi. 1768 ve 1787 Rus harblerinin başında padişah, “Altın keselerini sefer yerine kadar dizsem, yeter!” diyordu. Kaybedilen harb, hazinede bir şey bırakmadı.

 

Âdetâ bir holding

 

Sultan Hamid, başına Agop Paşa gibi uyanık ve itaatkâr kişileri getirdiği Hazîne-i Hâssa’yı akılcı yatırımlarla zenginleştirdi. Londra ve Paris gibi borsalarda hisse senedi ve tahviller alınıp satıldı. Fabrikalar, madenler, haralar bu hazîne sayesinde işletildi. Böylece Hazîne-i Hâssa, iktisadî kalkınmaya öncülük eden muazzam bir holding hâline geldi. Bazı imar işleri buraca üstlenildi.Dicle ve Fırat’ta gemi işletilmesi, Selânik ve Dedeağaç liman imtiyazları, birçok büyük şehirde petrol depoları, Selânik, İzmir, Bağdad ve Basra’*da umumî mağazalar kurulması, Musul ve Bağdad petrolleri ile Taşoz madenlerinin imtiyazı buraya aitti.

 

Saray ve hanedan masrafları buradan çıkar; Veliahd Reşad Efendi’nin maaşı bile buradan ödenirdi. Burası aynı zamandatahsisat-ı mesture (örtülü ödenek) kaynağı idi. Yurt içi ve dışında Osmanlı Devleti aleyhindeki cereyanlarını önlemek üzere yeraltı faaliyetleri, istihbarat ve muzır görüldüğü için uzak yerlere tayin edilen şahıslara verilecek maaşlar buradan karşılanırdı. Kritik yerler, ezcümle Musul petrol havzası ile Filistin arazisi, padişah tarafından satın alındı. Böylece Sultan Hamid dünyanın en zengin hükümdarlarından birisi oldu.

 

İttihatçılar iktidara gelip Sultan Hamid’i tahttan indirince, Hazîne-i Hâssa’ya ait nakit ve mücevherleri yağma ettiler; gayrımenkulleri ise (nasıl olsa maliye elimizde deyip) devlet hazinesine geçirdiler. Herkes de bunları “halk dostu” diye alkışladı. Irak ve Filistin Cihan Harbi’nde işgal edilince, İngilizler, milletlerarası teamüllere uyarak, halkın elindeki hususî mülke dokunmadılar. Ama devlete ait olan topraklar, işgalci devletin mülkiyetine geçti. Böylece Musul ve Filistin gibi kritik yerler üzerinde hak iddia etmek mümkün olmadı. Sultan Vahîdeddin tahta çıkınca (1918), Sultan Hamid emlâkinden devlet hazinesine aktarılmış olan toprakları tekrar Hazîne-i Hâssa adına tapulattı. Yıldız Sarayı yağmasına iştirak edenler muhakeme olunup, hatta Ankara’ya kaçmış olan bir kısmının gıyabında mahkûmiyet kararı bile çıktı. Ama Ankara, İstanbul hükümetinin 1919’dan sonraki icraatlerini geriye dönük olarak meşru tanımadığını ilan ettiğinden dolayı, bu bir fayda temin edemedi. Hanedanın sürgünde sefâlete düşme sebeplerinden birisi de budur.

 

Elmadağ Suyu

 

Sultan Hamid zamanında Ankara Vâlisi olan Mesnevî şârihi (açıklayıcısı) Âbidin Paşa, şehre su getirmek üzere halktan para toplamıştı. Padişah bunu öğrenince, paşaya irade gönderdi. “Su hayrı dinimizce çok makbuldür. Bu şerefi kendim almak isterim. Halktan toplanan paraları geri dağıt! Masrafları kendi malımdan karşılayacağım” dedi. Böylece leziz Elmadağ suyuAnkara’ya getirildi. Toprak künklerle (borularla) mahallelere dağıtıldı. Her mahalleye çeşmeler yaptırıldı. Ankara, güzel ve bol bir suya kavuştu. Cumhuriyet’ten sonra bu su Çankaya’ya alınarak, çeşmelere kuyu veya bend suyu verildi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...