İη¢ιѕєℓ Oluşturma zamanı: Şubat 22, 2016 Paylaş Oluşturma zamanı: Şubat 22, 2016 Yaşlı adam, karanlığın içinden tan yerinin ağardığını seçiyordu. Kürek çekerken, sudan fırlayan, uçan balıkların yarattığı titreşimleri, gecenin içinde yükselirken sert kanatlarının çıkardığı ıslık sesini duyuyordu. Uçan balıkları çok seviyordu. Uzun sözün kısası, bu balıklar yaşlı adamın okyanustaki tek dostuydu. Kuşlara acırdı; özellikle de uçup duran ve hep arayan, biraz da boşuna arayan koyu renk tüyleri içinde incecik görünen deniz kırlangıçlarına. "Onların," diye düşündü yaşlı adam, "yaşayışları bizimkinden çok daha zahmetli, uçan saksağanları ve iri yırtıcı kuşları saymazsak. Okyanus böylesine acımasızken deniz kırlangıçları gibi narin, dayanıksız küçük hayvancağızların varlığı ne akla hizmet acaba? Okyanus güzeldir, cana yakındır; ama sertleşir' göz açıp kapayana kadar sertleşir, acımasız olabilir. Uçup duran şu kuşlar, kederli ve kesik kesik öterek avlanan şu kuşlar okyanusa göre değildir." Yaşlı adam okyanusa la mar diyordu; bu, okyanusu seven insanların ona İspanyolca verdikleri addı. Bazı kötü sözler de söylenir okyanus için ama bir kadından söz eder gibi hep dişi olarak anılır okyanus. Ağları için şamandıra kullanan ve köpek balığı yağının pahalıya satıldığı dönemlerde motorlu tekne almış olan bazı genç balıkçılar okyanusu erkek yerine koyarak ona el mar derler. Onu bir hasım, bir yer, bir düşman yerine koyarlar. Yaşlı adam içinse okyanus hep la mardı; büyük sevgiler dağıtan ya da geri çeviren bir şey. Bazen la mar bir çılgın kadın gibi deliriyorsa ya da bir cadaloz gibi davranıyorsa bu başka türlü yapamadığı içindir. Ay, nasıl bir kadını değiştirip etkiliyorsa onu da etkiler. Yaşlı adam durmadan kürek çekiyordu. Hızını iyi koruduğu ve zaman zaman akıntının etkisiyle ortaya çıkan çırpıntılar sayılmazsa okyanusun yüzü dümdüz olduğu için adamın güç harcaması gerekmiyordu. Akıntı, işin üçte birini kolaylaştırıyordu. Gün ağarırken yaşlı adam umduğu yolun fazlasını aşmıştı. "Bir hafta boyunca büyük derinliklerde dolaştım, uğraştım da hiçbir şey yakalayamadım." diye düşünüyordu. "Bugün toriklerin ve kılıçların kümelendiği yerlerde uğraşayım. Oradan iri bir tanesini belki de yakalayıveririm!" İyice aydınlık olmadan yemleri oltaya takıp suya atmıştı. Akıntı oltayı götürüyordu. Yemlerden birini kırk kulaç derine bırakmıştı; ikincisi yetmiş yedi kulaç dipteydi; üçüncü ve dördüncü, mavi suların yüz ve yüz yirmi beş kulaç derinliğinde gezinip duruyordu. Her yem, başı aşağıya gelmek üzere, oltanın iğnesi, yemlik balığın iyice içine girerek sıkı sıkıya yerleştirilmiş durumda asılmıştı; eğri ve sivri iğne, taze sardalyelerle kaplıydı. Gözlerinden iğneye geçirilmiş olan sardalyeler onu kaplayan bir çeşit çelenk biçimindeydiler. Birazcık bile iğnenin görünmediği bu yem, büyük bir balık için hoş bir koku ve iştah verici bir tat taşıyordu. Çocuk, yaşlı adama, albicor adı verilen bu iki küçük ton balığını vermişti. Yaşlı adam onları dipteki iki oltaya bağlamıştı, kurşun gibi geriyorlardı oltayı. Öteki ikisinin ucuna daha önce kullanılmış ama iyi durumda olan iri bir mavi runner ile sarı bir turna balığı yerleştirmişti. Sardalyeler burada çekicilik ve gösteriş için duruyordu sanki. Kalınlığı iri bir kurşun kalem kadar olan her bir olta ipi, taze ağaçtan hafif bir değneğe düğümlenmişti; yeme en ufak bir dokunma, en ufak bir çarpma çubuğu suya batıracaktı. Yaşlı adam, her biri kırk kulaç olan ipleri yedekte tutuyordu. Gerektiğinde bu ipler ötekilere eklenebiliyordu. Böylece bir balık için üç yüz kulaçtan fazla ip vardı. Yaşlı adam, sandalın kenarındaki üç çubuğun duruşunu gözlüyor ve ipleri tam dikey ve gergin tutmak için yavaş yavaş kürek çekiyordu. Şimdi gün, iyice ağarıyordu; neredeyse güneş doğacaktı. Dalgaların arkasından güneş kendini gösterince yaşlı adam, kıyıdan pek uzakta olmayan, akıntı boyunca şuraya buraya serpilmiş öteki tekneleri fark etti. Sonra güneş güç kazandı, ışıkları denizi alevlendirdi. Ufuk çizgisinden iyice kurtulunca, bu sıvı aynadaki yansıması adamın gözlerini aldı. Bu, yaşlı adamı fazlasıyla rahatsız ediyordu. Başını çevirerek kürek çekmeyi sürdürdü. Kapkaranlık deniz uçurumlarının içine dalan ipleri gözleriyle izliyordu. İpleri düzgün tutmasını herkesten daha iyi biliyordu. Akıntının karanlıklar içindeki her yüzeydeki bilerek seçtiği her noktada bir yem vardı. Öteki balıkçılarsa yemlerini akıntının gidişine salıveriyorlardı ve durdukları yeri bilmedikleri için kırk kulaçtaymış gibi davranıp hata yapıyorlardı. "Ben yine de oltaları gerekli derinlikte tutuyorum." diye düşündü yaşlı adam. "Ama işe bak, yine elim boş! Kim bilir? Belki bugün... Her gün her şey yeniden başlar. Kısmetli olmak iyi bir şey ama ben gerekeni yapmayı daha çok severim. Kısmet gelince insan hazır olmalı canım!" Bu pasaj, Elips Kitap'ın Ernest Hemingway - Yaşlı Adam ve Deniz kitabından alıntıdır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.