İη¢ιѕєℓ Oluşturma zamanı: Nisan 26, 2016 Paylaş Oluşturma zamanı: Nisan 26, 2016 Yirmi sene evvel Cihangir’de cumbalı, kafesli eski evimizin geniş odasında günlerce, aylarca emek çekip yazdığım celî yazılarını yaldızlıyordum… Camilerde olduğu gibi siyah, koyu yeşil zeminli levhalar üzerine lekesiz, pürüzsüz altın yaldız vurmayı bana öğreten Mustafa Ağa isminde bir lüleci idi. Mustafa Ağa mahallenin maruf adamlarındandı. İri vücudu, kıllı göğsü, çıplak ayakları, basık yemenileriyle bu adamın etrafındakilere garip bir tesir edişi vardı. Bazıları için ayıp görülen bu hâller Mustafa Ağa’ya gelince noksan bile sayılmıyordu. Mustafa Ağa, benim hayatta gördüğüm adamların en cahillerinden biriydi. Okuması yazması yoktu, coğrafya, tarih, hesap hiçbir şey bilmezdi… Fakat bu cahil lülecinin doğruyla eğriyi, güzelle çirkini, fani ile bakiyi öyle bir duyuşu, hayatı öyle bir sezişi, sonra öyle bir anlatışı vardı ki… Onun hissini, onun ifadesini hiçbir âlimde, hiçbir kitapta bulamadım. Sanki bu adam, cahil kisvesine girmiş bir âlim, lüleci şeklinde bir şairdi!.. Bir gece “er-Rızku alallah” yazılı bir levham için yaldız hazırlıyorduk. O gece Mustafa Ağa pek coşkundu. Sözünü bir aralık ruha, kalbe düşürdü. Bundan belki seksen sene evvel geçmiş bir vakayı takriben şöyle anlattı: “Çocuktum, Hendek’te bir lüleci dükkânında çıraktım. Ustamız zengindi. Fakat gayet ters bir adamdı. Kalfalarına, çıraklarına fena muamele ederdi, kalp kırardı. Dükkânın köşesinde, minderin üzerinde oturur, bize göz açtırmazdı. Günün birinde dükkânın kapısında bir bedevi dervişi hâsıl oldu. Uzun boylu, kır sakallı, orta yaşlı bir adam. Bir elinde asa, diğer elinde keşkül. Hemen boyun kesti ve şu sözleri söyledi: “Eyvallah erenler! Fakir yarın Kerbela’ya gidiyorum. Cebimde bir altmışlık var! Dervişe bir ‘çark işi lüle’ ihsan eder misiniz?..” dedi. Usta zaten dervişi görünce hiddetlenmişti, altmış paraya çark işi lüle olur mu? Defol oradan!..” diye kovdu. Derviş bu sözleri işitince bir adım kadar geriledi. İçin için ağlar gibi boğuk bir sesle şu beyti okudu: Mala mülke mağrur olma, yok deme ben gibi Bir muhalif rüzgâr eser savurur harman gibi Derviş tekrar “Hû, eyvallah!” diye boyun kesti, gözden nihan oldu… Biz donakaldık! Hiçbir şey söyleyemedik. Aradan bir hafta bile geçmedi, ustanın evi barkı her şeyi yandı kül oldu. Kendi de bir ay sonra kahrından öldü gitti! Mustafa Ağa bu vukuatı izah etti. Bu izah, okuması yazması olmayan bir adama göreydi. Belki de pek sathi, pek cahilaneydi. Lakin vakanın kuvveti, nâkilin imanı benim her türlü tenkit ve itiraz kudretimi sürükleyip götürmüştü. Benim hissiyatım lüleciyi dervişin ahı yıktığını kolaylıkla kabul ediyordu. O tarihten beri yirmi üç sene geçti. Hayatımın bütün tecrübeleri, aslı esası bence malum olmayan bu vakadan çıkan şu felsefeyi tasdik ediyor: Bir yanda servet ü sâmânı, yaldızlı lüleleri, takım takım kalfaları, uşakları ile haris, menfaatperest lüleci, madde!.. Bir yanda siyah kabuktan keşkülü, demir asası ile kanaate, tevekküle meclub, iştiyakı ruhuna katlanmış, hak ve hakikat, cemal âşığı fakir bir bedevi, ruh!.. Zaman zaman maddenin ruha, lülecinin dervişe gayzından, kıyamından doğan namütenahi haksızlıklar, ıstıraplar, ölümler… Fakat bazen de bu ruhun, bu dervişin isyanından, madde üzerinde savletinden fışkıran mucizeler… Hayatın bu ezelî kanunu bugün Eskişehir ovalarında yeni bir mucize daha gösteriyor: İşte bütün servet ü sâmânı, hazırlıkları, vasıtalarıyla yakmaya, yıkmaya, öldürmeye gelen madde kuvveti, silah namına cebinde yalnız altmışlık taşıyan ve nereden çıktığı belli olmayan fakir bir dervişin nefesi önünde bakınız nasıl eriyor!.. Şehzadebaşı, 9 Nisan 337 Darülfünun müderrislerinden İsmail Hakkı Bu pasaj, Dergâh Dergisi'nin Nisan 1921 1. Sayısı'ndan alıntıdır. Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.