Güzide Oluşturma zamanı: Ekim 29, 2011 Paylaş Oluşturma zamanı: Ekim 29, 2011 "El İntizar Eşeddü Minen-nar".. "Ben böyle değildim Acılara yelken açardım gece gün demeden. Pembe şafaklarda kızıllığa ağıtlar yakacağımı deseler inanmaz, güler geçerdim. Oysa şimdi billur kadehlerde yudumladığım hasret boğazımda düğümleniyor. İri güller yetiştirdiğim bahçelerde dikenler boy atmış… Dört bir tarafı ağuya banılmış keskin dişli dikenler yolumun vuslat güzergâhında nöbete durmuş. Ümit ordularının medet askerleri, Kaf dağının ardına çekilmişlerde beni bedbahtlığımla baş başa bırakmışlar âdeta. İhtiyar ağaçlarınki gibi kurumuş, yürek çınarımın yaprakları. Un ufak oluyorlar hafif bir dokunuşla. Gökyüzü coğrafyamda hicret çırpınışları!… Bir göç telâşı ki sarmış dört bir yanımı. Âsûde kalan son kuşlar da yolculuk arifesinde… Gittikçe tipiye dönüşüyor kalbimin derinliklerindeki yalnızlık sağanağı… Mevsim kış, gitmek gerek… Katran karası karlar yağıyor sevgi hamuruyla yoğurduğum gizli dünyama. Gülün üstüne lâyık mı bu karanlık yağmurlar? Madem ki her zulmetin bir nuranî şafağı var? “El intizar, eşeddü minen-nâr…” “Beklemek ateşten daha yakıcı…” Bugüne nasipmiş bu Arap darb-ı meseline vakıf olmak. Bu biraz da beklenenin şahs-ı manevisine bağlı bir hakikat! Hz. İbrahim’i yakmayan ateş beni kavuruyor, tarûmar olmuş gül bahçelerinde. Nemrutla mücadele edemezken Nemrutlar dikiliyor muhabbet ülkesinin sultanının karşısına. Gönül ülkesinin sınırları kalın duvarlarla örülüyor. Mecnûn’u kürek cezasına mahkûm ediyorlar apansızca. Sabır sarmaşıkları kuşatıyor dört bir yanı. Asırlık bekleyiş ummanda bir katre misali gittikçe büyüyor yürek devletinde. Yürek devletine hükümdar olmak yürek ister. Bedeli kurşun misali ağır!… Düşlerime bile sansür koyuyor zifiri gecenin karanlık mahlûkları. Güneşin hiç ayak basmadığı izbe ve kuytu dünyaların sahipleri, zincire vuruyor sevgiye banmış hecelerimi. Gönül dilimin sultanı olan sözcüklere prangalar vuruyor yokluk girdabı. Kurtuluveriyorum bir anda! Güneşmisali doğuyorsun beden mahfesine, elimde bir demet kırmızı gül, yüreğimde intizar!… Beklemek… Ama nereye kadar? Bir zamanlar vuslata yol alan lokomotifler, şimdi virane gönüllere hasret taşıyor. Ondan beridir ki kara tren diye nam salmışlar dünyaya. Kara tren gecikir, belki hiç gelmez… Gelmez olsun yürek devletini hiçe sayan nefret katarları. Biz ki sevgi rıhtımlarında masmavi denize nazır, elimizde ferman, dizimizde derman sonsuza dek bekleriz. Uzasa da zaman, bir asra bedel. Bu yoldan dönmek yazmaz lügatimizde. Geçen her dakika büyür gözlerimizde, uzayan zaman azık olur sevgimize. Gece gündüze gebedir her daim. Karanlıklardan doğar apaydınlık gündüzler… Sabrın sonu selâmet… Sabır hayra alâmet!… Her şey aslına rucû eder bir gün!… Güneş doğmak için batar. Sabır sarmaşıkları vuslata giden nurdan bağlardır hakikatte. Düşler rıhtımına demir atan hayal gemisinin sulara gömüleceğini sananlar yanılır elbet! Karanlıklar silinir, yıldızlar selâma durur saf saf, duygu erlerinin manevî huzurunda. Ve tablo tamamlanır yavaş yavaş… Mehtap kurulur boylu boyunca gökyüzünün göbeğine. Kömürleşen hislerin üzerinden sis perdeleri kalkar, yazılan değil, yaşanan olmaya başlar. Asilcesine… Gönül kaleminden dökülen sevda güftesi ile birlikte nurlu şafaklardan yükselir bir aşk bestesi… Aydınlıklar elbette karanlıklarıboğar, Düşlerin rıhtımında beklediğin ayşimdi doğar. Ve şafakta secde ile arşa değer bir gün başım.O zaman mamur olur visalinle naaşım.....alıntı Alıntı Yorum bağlantısı Diğer sitelerde paylaş More sharing options...
Önerilen Mesajlar
Sohbete katıl
Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.